SİTEMİZ ANA SAYFASINDA YAYINLANAN HASSA İLE İLGİLİ YAZILARIMIZ
SİTEMİZ ANA SAYFASINDA YAYINLANAN HASSA İLE İLGİLİ YAZILARIMIZ
EKİM-KASIM
MERHABA...
Yine bir kurtuluş günü kutlamalarının yaklaştığı bu günlerde tarihi bazı gerçekleri hatırlatmakta fayda olacağı kanaatimle aşağıdaki bilgileri sizlerle paylaşmak istedim. Hassa'nın tarihi yazılsa ne olur, yazılmasa ne olur diyenlere ithaf olunur.
HASSA, BİR MİLLİ MÜCADELE MERKEZİDİR
Mehmet Nuri Aydın KONURALP, Hatay Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi adlıkitabında anlatıyor: Asım bey(yüzbaşı), Halit çavuşun birlikte şehirde (Antakya) devriye gezmesine muvafakat etmişti. Gece devriyelerini hep beraber geziyorduk. Fransızlarla bir anlaşma kokusu hissetmeye başladım. Süt kardeşim olan Cemil Cemali'yi, bombardımandan şehri terk edip Karaksı köyüne giden Türkmen zade Ahmet Ağaya gönderdim. O, bizi Hassadaki Kuvvayı Milliyeye takdim edecekti. Ben, Narlıca'ya, Dedebey zade Hakkı beye gittim, onunla da görüştüm. Birlikte Hassadaki Kuvvayı Milliyeye iltihaka karar verdik.
Hakkı beyi sözleştiğimiz yerde göremedik. Araphana giderek Ali ağanın da fikrini almaya gitmiş. Yolumuza devamla Bozhöyüğe uğrayarak kardeşim İzzettini de Amikte İnayet (Mürseloğlu) beyin köyüne geldik. İnayet bey bize, Hassa Müdafaai Hukuk Cemiyeti reisi Emin Arifi beye bir mektup verdi. Bu sırada Ahmet (Mürseloğlu) beyin çetesi dağılmış, yerine Tayfur (Mürseloğlu-Sökmen) beyin çetesi kurulmamıştı. Murat paşayı geçtikten sonra Bozhöyük denilen bir tepenin yanından sağa saptık. Biraz ilerledik karşımıza Hassa Kuvvayı Milliyesinden Kafadar Mehmet adında bir çeteye rastladık. O, bizi Narlıhöbür köyüne Paşa bey zade Halil beye götürdü. O geceyi orada geçirdik. Ertesi günü Halil bey de bize katıldı, beşimiz birden Hassa'ya gelerek mektubu Emin Arifi beye verdik. Emin Arifi bey bizi çok iyi karşıladı(Ağustos 1920).
Belen çatışmalarından sonra Fransız kuvvetleri Amik ovasına inip ikiye ayrıldılar. Piyade ve süvarilerden oluşan bir kısmı Reyhanlı üzerine yürüdü. Yine piyade ve süvari bölüklerini ihtiva eden diğer kısmı da çeşitli çapta toplarla donatılmış olarak Hassa üzerine hareket ettiler. Çünkü kuvayı milliye harekatını Reyhanlılı Amik beylerinin Hassa'dan aldıkları direktiflerle idare ettikleri Fransızlara jurnallenmişti. Bu sebepten Fransızlar bu iki kasabayı da işgal ve tahrip edip Kuvayı Milliye merkezlerini kökünden yıkmaya karar vermişlerdi(A.Faik TÜRKMEN, Hatay Manda Tarihi,1937,İST.).
B...LU DEĞİL; GÜLLÜKAYA
Güllükaya'nın Doğugüneydoğusunda Güllü köy vardı. Buradaki köy ahalisi zamanla salgın hastalığa yakalanır. Hastalıktan etkilenen köylülerde aşırı ishal görülmüştü. Bundan dolayı buradaki kayalık arazi bir süre B--lukaya olarak anılmıştır. Ölümlerden sonra sağ kalan az sayıda kişi buradan göçerek Demrek köyünü kurarlar. Güllü köyü mezarlığı Hassa ilçesinin Güneye doğru uzanan sivri bir parçasıdır. Mezarlığın Doğusu, Batısı ve Güneyi Kırıkhan ilçesi topraklarıdır. Bu köy tarihinde asma ve gül bahçeleri ile ünlü idi. Salgın hastalık nedeniyle terk edildikten sonra hiç bir ağaç kalmamıştır. Yer altı su rezervleri bakımından zengindir. 17 Aralık 2000 tarihinde Güllükaya çevresinde 30 kadar sondaj kuyusu saydım. Burası tapu kadastro çalışmalarında Güllükaya mevkii olarak tapularda yazılıdır. Biz de buraya temiz toplum özlemi ve nezaket kuralları gereği ve de tarihi bir borç olarak Güllükaya demeyi uygun bulduk. Bu kutsi vatan toprağına.... Takdir temiz Hassalı hemşehrilerimindir...
Ali COŞKUNER
GÜLLÜKAYA SAVAŞI
9-10 Eylülde takviyeli bir Fransız alayının İskenderun'dan Kırıkhan'a geldiği işitildi. Hassalıların haberleşme şekli şöyle idi: Haberi alan 3 el silah sıkar. Duyan duyduğunu belli etmek için bir el sıkar, 3 el de diğer köylere duyurmak için sıkardı. Böylece çok kısa bir zamanda bütün köylüler silahlarıyla birlikte cephede buluşurlardı.
Kısa zamanda Küreci değirmeninden Narlıhöbür'e kadar bütün Güllükaya, Islahiyeden beri toplanıp gelen mücahitlerle tutulmuştu. Bu savaşta hazır bulunan belli başlı şahıslar: 20 kişilik Kırıkhan kuvvetlerinin başında Haydar KILINÇ, Alabeyli kuvvetlerinin başında baba Kürt İbrahim ağa, 54 kişilik Antakya kuvvetlerinin başında Nuri Aydın, Islahiye kuvvetlerinin başında Süleyman bey(sakallı zabit), Tiyek köyünün tüm silahlıları ve yanlarında Mehmet bey, Ekbez köyünün bütün silahlıları başında Fadıkların Ahmet ağa, Haltanlıdan 20 kişilik bir kuvvetin başında Nebu ağa, Reyhanlı kuvvetlerinin başında da Faruk ve Hamit beyler bulunuyordu. Hepsinin başında ise Emin Arifi bey bulunuyorduysa da her birlik kendi aralarında bağımsız idi. Cephe, Sülüklü kaya ile Narlıhöbür arasında bir kavis oluşturmaktadır.
Düşmanın 2 batarya sahra topu, 20 si ağır 50 makinelisi, bir de uçağı vardı. Karagahını Bulgurpınarına kurmuş olan düşman yandaki tepeye toplarını yerleştirmişti. Düşman uçağı ve süvarisi ile bir keşif yaparken kasten yanlardan ateş açılmayıp, ortadaki Güllükaya'dan ateş açılmıştır. Düşman burayı şiddetli bir top ve makineli tüfek ateşine tuttu. Bombardıman esnasında sipere giren Türkler, düşman ateşinden etkilenmediler. Piyadelerin taarruzu da şiddetli bir karşılık görünce geri çekildiler. Hassalılar iki düşmanı aynı hizaya getirip öyle ateş ediyorlardı. Böylece tek mermiyle iki düşmanı birden vuruyorlardı. 4 gün böylece sürdü. 4. gece Islahiyeli sakallı zabit Süleyman efendi kumandasında 26 kişilik(18 i Hassalı) bir fedai grubunun, düşmanın Bulgur pınarındaki karargahına yaptığı bir gece baskını sonucunda alay kumandanı Colonel Derigoen ile 15 karargah subayı öldürülür. Bunun üzerine düşman, cephenin her yanını sabaha kadar çok şiddetli olarak ateş altında tutar.
Eylülün son haftasında meydana gelen bu muharebe Hatay'da yapılanların en süreklisi ve en büyüğüdür. Güllükayanın, top mermilerinin patladığı dış yüzeyi tamamen aşınmış ve alttan kireç taşları ortaya çıkmış, rengi bembeyaz olmuştur. Bu beyazlığa kan rengi de karışmıştır. Güllükaya, olmuş; Kanlıkaya...
Sabaha karşı çekilmeye başlar. Kırıkhan'a doğru çekilen düşman, köyleri ateşe veriyordu. Köylüler zaten hep dağlara çekilmişlerdi. Bu muharebede düşman 53 ölü ve 80 yaralı vermişti. 12 şehit ve 19 yaralı da bizdendi.
Hassa'nın kadınları da tam bir kahramanlık örneği göstererek, cephedeki insanlara su, yemek ve ayran taşımışlardı.
Fransız ve Ermeni yandaşları çekildiler ama gitmediler. Sürekli olarak Güllükaya'yı gözlediler. Fırsat buldukları an saldırmaya hazır olarak beklediler.
Hassa stratejik öneminden dolayı mücahitlerin merkezi durumunda idi. Hassalılar, ihtiyaç duyulan her cepheye koşuyordu. Bazen Dörtyol, bazen Maraş, bazen Antakya, Reyhanlı, Altınözü, Kürt dağı ve Osmaniye taraflarında çarpıştılar.
BİR YAZIŞMA ÖRNEĞİ
Hassa'da Hacı Süleyman Emin'e 25 (Aralık) 1920
"1-İnayet beyle 27.Kanunuevvel Pazartesi günü mevcut kuvvetlerimizle Meydanı Akbez'e taarruz edilecektir.
2-Akbez kuvveti, Türk oğlu kuvveti ve sizin Hassa asker kuvveti 26-27.12.1920 gecesi behemehal Tonuz gediği(Şimdiki Osmaniye'nin Bahçe İlçesi Batısında), Kara baba sırtlarını tutmuş olacaktır. Dakika tehiri mucibi cezadır. Harekatı umumiyeye tesiri olacak bu gibi hususatta her kim lakayıt kalır ve ifayı vazifeden imtina ederse en büyük cezaya uğrayacak indallahta da mesul olacaktır.
3-Kuvvetlerinizin vazifesi Tonuz gediğini düşmanın Meydanı Akbezin imdadına gelemiyecek surette tutup muannidane müdafaa etmek olacaktır.
4-Hacı Hannan ağa da size yardıma gelecektir.
5-Kuvvetlerimizin yekdiğeriyle haberdar olması lazımdır. Binaenaleyh ahval müsait oldukça lazım gelen emirleri Tonuz gediğine göndereceğim.
6-2 sandık Osmanlı, 1 sandık Alman ve 1 sandık Rus cephane gönderilmiştir. Bir fişeği israf eden şedit ceza ile mücazat olacaktır. Dikkatli bir surette bunları tadat ediniz."
Islahiye grubu kumandanı Binbaşı Basri
AH!.. ŞU YOKLUK VE HAİNLER OLMASA
Ocak ayının ortalarına doğru yine bir takviyeli alayla Hassa üzerine yüründü. Cephenin her tarafı şiddetli ateş altında idi. Fakat mücahitleri yerlerinden söküp atmak mümkün değildi. Soğuklar ve cephane yokluğu çeteleri zor durumda bırakmıştı. Yer yer yaşanan çözülmeleri gören Emin Arifi bey cephanesi bol olanlardan alıp, olmayanlara dağıtarak bir müddet daha idare edilmesini sağlamış ise de herkesin cephanesi tükenmişti. Son saldırıdan önce Kürt dağının ahalisi gelip Milletin hayvanlarını önlerine katıp götürürler. Bunu haber alan bizim çeteler hayvanlarını kurtarmak için gittiklerinde cephe boşaltılmıştı. Hainler, bu durumu Fransızlara ulaştırmakta gecikmediler. Güllükaya'nın bir kilometre kadar Kuzeyinde bulunan Diş Kaya'da küçük bir gurup bırakılmıştı. Burada çatışma olur ve iki Fransız askeri daha ölür. Diş kayadan Hacılara kadar hiç bir direniş olmaz. Daha önce Demrek'te(Demrek Gölünde) Türk mücahitlere kucak açtığı jurnallenen kişilerin evleri yakıldı. Bunlar Hacı Gökoğlan, Andı Mehmet ve Gafar ağanın konakları idi. Yanan konağın yanında bir Türk kadına tecavüz etmek isteyen Fransız askerine Cezayirli bir Fransız askeri "seni vururum" diyerek engel oldu. Fransızlar, diğer dağ köylerine olduğu gibi yukarı Demrek'e de giremediler. Fransızlar kısa bir süre için Hassa'yı işgal ettiler(A.Faik TÜRKMEN, Hatay Manda Tarihi).
EKİM 2007
HASSA'YA KAYMAKAM ATANDI
2005 Yılında Hüseyin KONAK'ın Başyayla Kaymakamlığına atanmasından beri kaymakamsız bulunan ilçemize nihayet 28.09.2007 tarihli İçişleri Bakanlığı Kararnamesi ile kaymakam atandı.
Hatay'ın en eski, köklü ve Osmanlı Armalı ilçelerinden Hassamızın kaymakamsız bırakılması Hassalıları düşündürüyordu. Yaklaşık iki yıldır vekaletle yönetilen İlçemiz prestij kaybına uğramıştı. Umarım Kaymakamla birlikte arazi yönetimi bilgilerine sahip iyi bir ekip oluşturularak Hassamız layık olduğu yere getirilir. Hassa, Türkiye'nin en sorunsuz ilçelerinden biridir. Burada kaymakamlık yapanlar genellikle, görevleri süresince kendilerine puan kaybettirecek bir olumsuzlukla karşılaşmamışlardır. Üniversitesi’ nde yüksek lisansını tamamladı. Halen Siyasal Bilgiler Fakültesinde diğer bir yüksek lisans eğitimine devam etmektedir.
Hassa.tr.gs olarak sayın Kaymakamımıza hoş beldiniz der, başarılar dileriz. Hassa Kaymakamı Yusuf ÜSTÜN kimdir?
10.01.1975 tarihinde Sinop Boyabat’ ta doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Boyabat’ ta tamamladıktan sonra 1993yılında Gazi Üniversitesi, iktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’ nden mezun oldu.
1998 Yılı başında Kaymakamlık mesleğine başlayan ÜSTÜN sırasıyla Kütahya – Hisarcık, Bitlis – Ahlat İlçelerinde Kaymakamlık vekaletinde bulundu. İngiltere’ nin Exeter
Daha sonra sırasıyla Rize – Hemşin, Muş – Korkut ve Erzurum-Başkale Kaymakamlıkları yapan ÜSTÜN evli olup, İngilizce bilmektedir.
EYLÜL 2007
MERHABA...
İMAJ HER ŞEY DEĞİLDİR AMA ÖNEMLİDİR
Dışarıdan Hatay nasıl görünüyor? Ya da başka türlü söyleyelim. Dışarıdaki Hataylılar Hatay'ı nasıl görüyor? Diğer illerin mensupları Hatay ve Hataylılara nasıl bakıyor? Bu bakışlar bize nasıl yansıyor?
Memleket dışında sorulduğunda Hassalı olarak hepimiz Hataylıyız diyoruz. Demesine diyoruz da.. Biraz utanarak, sıkılarak. Malum ya Hatay'da son yıllarda Türkiye gündemini meşgul eden konular övünülecek gibi değil. "Hataylı" imajı yara almaktadır.
Son olarak bir milletvekili ile Antakya Belediyesi arasında çıkan mesele de "Hataylı" imajına vurulmuş baltadır. Dışarıdaki Hataylıyım diyen herkesin bundan utanç duyduğu kanaatindeyim. Böyle çirkin icraatlar bir daha gündeme getirilmemeli. Ya da Hatay sınırları içinde halledilmelidir.
Bu meselede kim haklı, kim haksız önemli değildir. Kimin haklı olduğu dışarıdaki Hataylıları ilgilendirmez. Kaybedilen imajı da geri getirmez. Kendini ilgili/yetkili görenler dikkatli olmalı. Yapılan iş ve işlemlerin sonucunu iyi hesaplamalıdırlar. İyi hesap için yetişmiş insanlara ihtiyaç vardır. Kendini göstermek için ön plana çıkan kişiler ya kendilerini yetiştirmeli ya da kenara çekilmelidir. Bilmeyenler bilen elemanlarla çalışmalıdır. Selamlar...
Ali COŞKUNER
Bu Ağustos ayının ilk yarısını Hassa'da geçirdim. Sokaklar asfaltlanmıştı. Sivrisinek mücadelesi fena değildi. İsmi tuhaf dinlenme parkının duvarları ağaç rengine bürünerek ışıklandırılmıştı. Hatta Hassalı milletvekili bile seçmişlerdi. Bunlar güzel gelişmelerdi.
Kavşakta ışıklı trafik işaretleri konulmuştu. Bomboş kavşakta sıcak güneş altında arabasıyla karşıdan karşıya geçmek için kırmızı ışığın sönmesini bekleyen bir Hassalı alnındaki terleri silerek "Hassa, Hassa olalı böyle zulüm görmedi" dedi.
Hassalıların yıllardan beri özlemini çektiği sanayi tesisleri nihayet ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak bu işte bir gariplik vardı. Sanayi kuruluşlarının bulunduğu cadde asfaltlamadan nasibini alamamıştı. Nedeni önemli değil.. Bu caddenin asfaltlanmaması hoş değil. Umarım en kısa zamanda gereken ilgi gösterilir. Hassa'ya bir tesis yapanın önüne taş koymak değil; asfalt sermek lazım. Selamlar...
Ali COŞKUNER
22 TEMMUZ 2007 MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ HASSA SEÇİM ÇEVRESİ SONUÇLARI
Sandık Seçmen Listesinde Yazılı Olan Seçmenlerin Sayısı : 30 006 Geçerli Oy Sayısı : 25 188
Oy Kullanan Seçmenlerin sayısı : 25 611 Geçersiz Oy Toplamı : 423
SIRALAMADAKİ YERİ
ADI VE AMBLEMİ
ALDIĞI OY SAYISI
ALDIĞI OY YÜZDESİ
SIRALAMADAKİ YERİ
ADI VE AMBLEMİ
ALDIĞI OY SAYISI
ALDIĞI OY YÜZDESİ
1
AK PARTİ
15363
60.99
11
İŞÇİ PARTİSİ
61
0.24
2
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
4009
15.91
12
ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA P.
18
0.07
3
DEMOKRAT PARTİ
2484
9.86
13
(BAĞIMSIZ) Berkat KAR
13
0.05
4
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
1449
5.75
14
(BAĞIMSIZ) Mehmet Servet AKGÖL
8
0.03
5
SAADET PARTİSİ
819
3.25
15
(BAĞIMSIZ) Cafer KASIMOĞLU
7
0.02
6
(BAĞIMSIZ) Muhammet UZUN
548
2.17
16
(BAĞIMSIZ) Osman KUĞU
4
0.01
7
GENÇ PARTİ
117
0.46
16
(BAĞIMSIZ) Şaban TAZE
4
0.01
8
HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ
109
0.43
18
(BAĞIMSIZ) Mahmut AKSOY
3
0.01
9
BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ
101
0.40
19
(BAĞIMSIZ) Ömer Eyup ÖZSEZEN
2
0.00
10
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ
68
0.26
20
(BAĞIMSIZ) Mithat ÖZTÜRK
1
0.00
PARTİLER TOPLAM
24 598
97.62
BAĞIMSIZ TOPLAM
590
2.32
HAZİRAN 2007
Bir Dünya cenneti olan Hassamız 1865 Yılında Haziran ayının başında kurulmuştur. Bu kuruluş sizlere, Ali COŞKUNER tarzıyla, sunulmuştur.
HASSA’NIN KURULUŞU
HASSA’NIN KURULMASININ KOZANOĞLU VE İNGİLİZLERLE OLAN İLGİSİ
Kırım savaşı (1853) esnasında her taraftan askerler toplanıp gönderildiği sırada, “Acaba Kozanoğlu da savaşa gönderilebilir mi?” diye konuşuluyordu. O zaman İngiliz baş tercümanı olan Pizani, Reşid Paşa’ya gelip “eğer teminat verirseniz Biz Kozanoğlu’nu muharebeye sevk ederiz” demiş. Reşid Paşa bundan ürküp: “Kozan bir müddet daha bu hal üzere giderse oraya ecnebi eli girer ve kozan da, bir ayrı hükumet şeklini alır. Şu halde Kozan’da şimdiye kadar Devlet emirleri geçerli olmamış ise de, yabancı devletlerce tanınmış bir hükumet değildir. Fakat ecnebi müdahalesine maruz olur ise, O da başımıza bir bela olur. Şimdi sırası değil, lakin ileride Kozan’ı taht-ı zapt u rapta (disiplin altına) almalıyız” der. (A.C.Paşa.Maruzat-Sayfa 113).
Kırım Savaşı sona ermişti(1856). Kozan hakkında Reşit Paşa’nın fikirleri hatırlardan çıkmamıştır. Gâvurdağı da eskiden beri isyan halindedir ve bu esnada önemi çok artmıştır. Karşı tarafında Kürt dağı da Ona benzer bir hale geldi.Akçadağ(Malatya) serkeşi haldedir. Dersim ise eşkıya yuvasıdır. Etraftaki caniler oraya sığınarak ceza pençesinden kurtuluyorlar.Bu dağlar sebebiyle bir çok aşiretler dahi isyan halinde başıbozuk dolaşıyorlar. (A.C.P. Sy.115) Kozan’a komşu Maraş’a bağlı bir küçük Zeytun nahiyesi de isyanda ve ahalisi Ermeni olduğu için Fransa imparatoru onları sahipleniyor.(Sy. 116)
FIRKA-I ISLAHİYYE’NİN KURULUŞ SEBEBİ
Kozan ve çevresi üzerine gönderilecek ordu kurulmaya başlandı. İsyancıları düzeltmek amacıyla kurulduğu için adını da Fırka-ı Islahiyye koydular.
FIRKANIN KURULUŞU
Kumandanlığa İbrahim Derviş Paşa, komiserliğe(mülki amirliğe) ise Ahmet Cevdet Paşa getirildi. Derviş Paşa, çoğunluğu Zeybek ve gerisini Arnavutlardan oluşan 7 tabur asker seçti ki tamamı son model silahlarla donanımlı idi.
Hassa 2. süvari alayı da kaymakam Gedik Ali bey(paşa) kumandasında Fırkaya katıldı.
Kurmay subaylar, erkan-ı harbiyyenin en seçme zabıtlarındandı. Bunlar arasında Binbaşı Ahmet Muhtar efendi(paşa) de bulunuyordu.
Girid’den, Halep, Maraş ve Adana’dan da birer tabur katıldı. Toplam 11 tabur piyade ve 1 alay süvariden oluşuyordu.Ayrıca Kurd İsmail paşa da 1 alay süvari ve 4 tabur piyade ile Sivas tarafından Kozan’ın doğusuna hareket etti. Mirliva Hasan paşa, Payas’ta hazır olacaktı. Gürcü beylerinden Mirimiran Arslan paşa 200 Gürcü ve Çerkez atlılarıyla ve Kürd beylerinden meşhur Eleşkirtli Mehmed bey 300 kadar Kürd atlısıyla Maraş’a doğru gelmek üzere idiler. 5 kıta dağ topu vardı.
NURDAĞLARI(GÂVURDAĞLARI) TARAFLARINDA DURUM
Maraş-Kırıkhan arasındaki vadide aşiretler gezip dolaşmakla birlikte yolcular için uygun değildi. Bu yol, Fırka gelene kadar 15-16 yıl kapalı kalmıştır.
Türkmen aşiretlerinden Reyhaniyye aşireti Amik ovasında, Delikanli ve Çelikanlı namındaki Kürd aşiretleri Dumdum ovasında kışlarlardı. Nurdağlarının batı tarafında Üzeyr(Payas) Sancağı Ceyhan nehrine kadar uzanır. Tecirli ve Cerid namındaki Türkmen aşiretleri de Payas sancağına bağlıydı. Bu sayılan aşiretlerin tamamı da yazın Maraş üzerinden geçerek Uzunyayla plâtosuna giderlerdi. Böylece aşiretlerin hepsi, senede 2 defa Maraş’tan geçerlerdi.
Bu geliş-gidişlerde güzergâh üzerindeki ekili yerler zarar görürdü. Özellikle Çelikanlı ve Tecirli eşkiyası soygun ve gasp olaylarına kalkışırlardı.
Nurdağlarının Doğu tarafında Ekbaz, Tiyek ve Hacılar nahiyeleri vardır. Ulaşlıdan Kapulu isimli bir küçük oymak Tiyek nahiyesine bağlı olup yazın Tiyekliler yazın yaylamak için Kapulu yaylasına çıkarlar.
Hacılar nahiyesi Amik ovası ve Beylan(Belen) nahiyesi ile hem sınırdır. Hacılara bağlı Karafakılı aşireti dağın zirvesinde yerleşmiş olup Ulaşlılar gibi vahşi ve serkeşdirler.
Bu 3 nahiye de Çobanoğullarından oluşan yerli Türk beyleri hükumet ederlerdi. Üçü de Maraş’a bağlı ise de araya asi Kürd (Ekintili, Kürd bahçesi, Hanağzı, Çerçili ve Kerkütlü) nahiyeleri girmiş olduğundan Maraş zaptiyeleri serbestçe gidip-gelemezdi. Yani buralarda Maraş mutasarrıfının emirleri geçmezdi.
Beyler arasındaki müdürlük çekişmesi yüzünden Tiyekli Mehmet bey, müdürlüğünü tanımayan Hacılarlı Paşo beye karşı savaşa kalkışmıştı. Bundan dolayı Hacılarlılar Maraş tarafına geçemedikleri gibi Mehmet beyin adamları da Amik Ovasına gidemezlerdi.
İSYAN HALİ
Kozan gibi Nurdağları da isyan halindeydi. Buralarda Kozanoğullarının hükumetlikleri geçerli idi. Nurdağları ise küçük küçük beyliklere ve ağalıklara bölünmüş olarak ahalisi haydut ve eşkıya sürüleri idi.
Payas sancağında öteden beri Küçük Alioğulları zorbalık yaparak hac yolu olan Payas caddesini muhafaza ederler ve yolculardan, hatta hacı öncülerinden bile vergi(bac/pac) alırlardı. Devletin emirlerine pek itaat etmezlerdi.
Ulaşlı aşiretleri dağın zirvesinde ve gayet sarp yerlerde sakin olup 4 ağalığa ayrılmış idi: -Karayiğitoğlu, -Kaypakoğlu, -Çend(ik)oğlu, -Ali Bekiroğluu.
Kürd dağında Deli Halil zorba ve hakim olup Kilis kasabasına kadar olan köyler hep onun hükmü altında idi. Kilis’te de istediğini hapsettirir, dilediğini de serbest bıraktırırdı. Kürd dağının Maraş tarafında olan Keferdiz hahiyesi Maraş’a bağlı ise de Deli Halil, burada da emirlerini yaptırırdı.
Çerçili haydut ve eşkiya yatağı, gasp ve çalıntı malların pazar yeridir. Çerçilinin atlı haydutları ara sıra Ayntab ve Maraş yollarına saldırarak kan dökerlerdi.
İSYAN ÖZETİ
Payas’tan Kilis’e ve Belen’den Maraş’a kadar olan yerler hep isyan ve ihtilal halinde idi. Ulaşlı eşkiyası ise haydutluğu kendilerine meslek edinip Payas tarafına inip yolcuları soyarlardı. Osmanlı Hükumetince buralardan yeterince bilgi alınmayıp ancak Payas üzeri hac yolu olduğundan oraya güvenlik açısından bakılır ve Surre-i Hümâyûn(Hac zamanında Osmanlı padişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para,v.s şeyler.) Adana’dan 1000 kadar atlı ile Beylan’a gönderilirdi. Yakın zamanda Gâvurdağı eşkiyası Payas’a varmadan önce Burnaz Köprüsü mevkiinde Surre-i Hümayûnu alıp gasp etmişlerdi. Bundan dolayı Fuad Paşa, Sure-i Hümayûnu denizden Beyrut’a ve oradan da Şam’a göndermeyi usul kabul etmişti.
Araştırma göreviyle Halep’e kadar gelen Kabûli Paşa’nın eksik ve yanlış bilgi toplaması sonucu Mısdık Paşa, çoluk çocuğuyla İstanbul’a gönderildi.
Mısdık Paşa’nın büyük oğlu Dede bey, dağa kaçar ve Ali Bekiroğlu Ali ağaya sığınıp isyana kalkışarak ara sıra bir gurup eşkıya ile aşağı inerek etrafa sarkıntılık eder oldu. Ulaşlı eşkıyası ise bu ihtilal halini fırsat bilerek sahillere ve Çukurova’ya inerek haydutluğa koyuldular. Bundan sonra da Payas yolu tamamen kapandı. Hatta Payas’taki tabur bile mahsur kaldı. Gâvurdağı eşkıyası, İskenderun'dan Beylan’a ve oradan Halep’e giden yollara kadar saldırır oldular. Mısdık Paşa sanki Gâvurdağı eşkıyasının önünde bir perde imiş ki; O kaldırıldığı gibi Ulaşlı eşkıyası meydana çıkıp her tarafa kötülük akıttılar.
Daha önce, Halep valisi tarafından Deli Halil ele geçirilip Edirne’ye kovulmuştu. Bu esnada Edirne’den kaçarak Kürd dağına gelerek serkeşliğini arttırmış olmasından, Gâvurdağının doğu yakasındaki isyan ve ihtilalin 2 kat arttığına dayanan Halep’ten feryad-imdat istenmekte idi.
Bu sırada Gâvurdağı ağalarından bazılarının yabancılar ile karışarak savaşa başlamış oldukları haberleri bile ulaştırıldı.
FIRKANIN İSKENDERUN’A GELİŞİ
20 Mayıs 1865’te İstanbul’dan hareket ederek 28 Mayıs 1865 tarihinde İskenderun’a gelindi. İskenderun’a 3-4 km uzaklıkta ve Belen tarafında ordugâh kuruldu. Bir gün sonra Girid’den vapur ile bir tabur asker daha geldi.
GENEL AF İLANI
Genel af beyannameleri yayınlanmış, Mısdık Paşa oğlu Dede beye de bundan faydalanması için özel olarak haber gönderilmiş ise de O, sonuna kadar savunma yapacağı cevabını vermiştir. Ali Bekiroğlu Ali ağaya sığınmış, kabile ve aşiretlerin geçerli usulleri üzerine kendilerine sığınanı korumaya mecbur olmuştur.
HAREKAT PLÂNI
Çeşitli malumat ve görüşmelerden sonra Kürd dağı ve Gâvurdağı arasına girip iki isyan gurubu birbirinden ayırılacak ve Ulaşlı dağlarına çıkılacak bir yol aranmak üzere Amik Ovası- Maraş çöküntü alanına hareket edilmesine karar verildi. Fakat bu alanda kılavuzluk edecek ve yeterli bilgi verebilecek insanlara ihtiyaç vardı.
Reyhaniyye boy beyi Mürseloğlu Mustafa bey(sonradan Mirimiran olan Mustafa Şevki paşa), Hacılar beyi Paşo beyle beraber geldiler. Böylece gerekli kılavuz bulunmuştu. İsyan bölgesine girişte ilk konaklama yeri hacılar nahiyesinin bir kenarı olacaktı. Paşo beyin, can düşmanı Tiyekli Mehmet beye rağmen Fırkaya güzel hizmet edeceği anlaşılmıştı.
Çok geçmeden, Mehmet bey de Hacılar tehlikesine(Mehmet beyin can düşmanları gördükleri yerde idam edeceklerdi) rağmen Reyhaniyye aşireti idarecilerinden birinin himayesinde olarak İskenderundaki ordugâha geldi. Böylece Reyhaniyye aşireti, Hacılar, Tiyek ve Ekbaz nahiyeleri de Fırkaya dahil oldular. Paşo ve Mehmet beyler asakir-i şahaneye zahire ve diğer levazım tedarik etmek için yerlerine gönderildiler. Mustafa beye ise Amik Ovası-Maraş çukurluğunun emniyeti vazifesi verildi.
Antakya ahalisi, Gâvurdağı eşkıyasından bezmiş olduğundan iftiharla hizmet için Antakya ileri gelenlerince nakliye hayvanı tedarik ettiler.
HAREKAT BAŞLIYOR
Birkaç gün kendilerine çekidüzen veren askerler Belen’e çıkıp, oradan Amik Ovasına indi. Hacılar ile Leçe arasında Kargılı mevkiinde ordu kuruldu. Dönüş yolu emniyeti için burada bir köy oluşturulmasına karar verildi. Hemen Hacılar nahiyesinden 30 ev indirilerek iskan edildi. Harekatın en önemli safhası Hassa’da yapılacaklar olacaktır.
HASSA’NIN KURULUŞU
Tiyek önünde İncesu mevkiinde ordu kuruldu. Hacılar, Tiyek ve Ekbaz beyleri buraya gelerek itaat arz eylediler. Burada hemen bir kışla binası yapımına başlandı. Hacılar, Tiyek ve Ekbaz nahiyeleri birleştirilerek kaza yapıldı.Yeni teşkil olunan kaza merkezi olmak üzere, kışla yanında birkaç 100 hanelik bir kasaba inşasına da başlandı. Fakat Fuat paşa azl olunup yerine Büyük Rüşdi paşanın Sadrazam olmasıyla ıslahat harcamaları kısıtlanmıştır. Bir süre sonra Rüşdi paşa azl ile yerine Âli paşa Sadrazam ve Fuat paşa hariciye nazırı oldu. Böylece kısıtlama kaldırıldı.
3 nahiyenin nüfus miktarına göre her birinin hissesine düşen evler ayrılıp indirilerek Kasabada 3 mahalle oluşturulması için ilgililere emir verildi.
Hassa kazasının her köyünde usulünce muhtarlar seçildi. 3 nahiyenin ileri gelenlerinden birer, Ermenilerden de bir (toplam 4) azadan oluşan bir kaza meclisi oluşturuldu. Yeterli miktarda zaptiye askeri tertip olundu. Bir kaza müdürü tayin edilip, bir de nâib(vekil) gönderilmesi için İstanbul’a bir teklif yazısı yazıldı.
Hızlı bir şekilde 3 nahiyenin nüfusu sayılarak yaş gurupları ayrılmaksızın baba vesair akrabaları ile beraber Haziranın evâilinde(başlarında) ordugâha getirilip kuraları çekildi. Fakat Hacılar nahiyesinin dağ başında yerleşik Karafakılı aşireti yerlerinin sarplığına güvenerek, kura davetine icabet etmeyip, Paşo bey de aciz kalınca Miralay İbrahim bey kumandasıyla geceleyin sevk edilen birkaç tabur piyade asakir-i şahane(Hassa askerleri) Karafakılı aşiretinin bulunduğu dağın tepesine çıktı. Burası ordugâha 8 saatlik uzaklıktaydı. Sabahleyin aniden aşireti basarak ekserisini alarak ordugâha götürdüklerinde henüz akşam olmamıştı. Getirilenlerden askerlik çağına girenler ayırılıp, diğerlerine kura çektirildi.
1866-HASSA KAZASI NÜFUSU
MÜSLÜMAN
GAYRI MÜSLİM
KIPTİ
HANE SAYISI
NÜFUS
HANE SAYISI
NUFUS
HANE SAYISI
NÜFUS
HACILAR
TİYEK
EKBAZ
KAPULU
TOPLAM
557
208
208
39
1012
1521
566
545
108
2740
29
27
29
-
85
109
71
95
-
275
-
6
2
-
8
-
13
3
-
16
-TDV İslam Ansiklopedisi.C.13,S.36.
HASSA İSMİNİN VERİLİŞİ
Kasaba inşa edilen bu yere ilk olarak Hassa taburları ayak bastığından Hassa Kazası ismi verildi.
HASSA’DA YAŞANAN OLAYLARIN İSYAN BÖLGESİNE ETKİSİ
Fırka-i Islahiyye iki ateş arasında iken Hassa’da yaptıkları, Kürd dağının ele geçmesine ve Kilis yolunun açılmasına sebep olmuştur. Şöyle ki; burada yapılanlar diğer nahiyelerin halkını dehşete düşürmüş olduğundan, Deli Halil artık Kurd dağında duramayıp, Gâvurdağının doğu tarafındaki Kerkütlü nahiyesinin içerisinde Ulaşlı dağları arasına sokulmuş, fevkalade sarp olan Kayabaşı köyüne geçmiştir. Bunun üzerine zaten deli halil’in uygunsuz hareketleri ve dik başlı tavırlarından bıkan Kurd dağı ağaları ordugâha gelip-gitmeye başladılar. Bu suretle Kürd dağı ele geçerek Kilis Üzerinden Halep yolu da açılmış oldu.
Kurd dağı ağaları birikmiş vergi borçlarına mahsuben Fırkaya zahire ve hayvanat getiriyorlardı. Halep, Ayntab ve Kilis tüccarları da gelip-gitmeye başladılar.
HASSA KAZA OLDUKTAN SONRASI
Hacılar, Tiyek ve Ekbaz nahiyeleri beyleri öteden beri birer derebeyi olup; nahiyelerinde müstakil hükümdar gibi, kimseyi dinlemeyerek hükumete ve mahallindeki gelirleri diledikleri gibi harcamaya alışmışlar idi. Şöyle ki; nahiyelerinin vergilerini tahsil edip onda birini sanki Devlete itaatli olduklarını ispat için Maraş Mal Sandığına göndermekte, kalanını şahsi işlerine sarf ederlerdi. 3 nahiyeden 250 guruş öşür bedeli verirlerdi. Halbuki geçen sene Mehmet bey, Maraş mutasarrıflığı tarafından müdür tayin olunup Tiyek ve Ekbaz hissesi olarak 500 guruş hayvan varlığı vergisi (adet-i ağnam resmi) tahsil olunmuş ise de, Paşo bey ona itaat etmediğinden Hacılar nahiyesi hissesi tahsil olunamamış idi. Bu 3 nahiyenin öşür vergisi (a’şar u rüsumu) ise, çok miktarda para olacağı araştırılarak anlaşılmıştır.
Böyle dik başlılıkla hükumet etmeye alışmış olan beylerin kaza müdürlerine boyun eğmeleri, kendilerine çok zor gelecektir. Kendileri hazmetseler bile onlara bağlı ve etkisindekilerin kendilerini rahat bırakmayacaklarını biliniyordu. Bundan dolayı kendilerinin evlerinin başka yerlere taşınmaları gereğini Mürseloğlu aracılığıyla Paşo beye ifade ederek anlatmış. O da buna hak vererek Karabeyoğlu Mehmet beyle eşit olmak kaydıyla ne emredilir ve ne tarafa gönderilirse razı olacağını beyan etmiştir.
Mehmet bey ile Paşo beye hayatları boyunca 2000’er guruş maaş bağlanarak Mehmet bey Rumkal’a (şimdi Ş.urfa Halfeti) müdürlüğüne, Paşo bey ise Elbistan müdürlüğüne tayin olundular. Ayrıca kendilerine rütbe de verilecekti. Diğer 3 nahiye beylerine de hayat boyu maaş bağlandı.
Mehmet bey Rumkal’a’ya gitmeyip geceleyin kardeşini ve çoluk çocuğunu alarak Kapulu’ya çıkar. Buradan Ulaşlı ağalarıyla haberleşmeye başlamış, Tiyek halkına da kendisiyle birlikte hareket etmeyi teklif etmiş. Ancak kendine bağlı olanlarla, biraz eşkıya tabiatlı kişilerden başka kimse peşinden gitmedi. Daha sonra pişmanlık duyarak ordugâha geldi. Katılımı kabul edilmiş, lakin artık kendisine rütbe ve memuriyet verilemeyeceği ifade olunmuş. Antakya’da ikametine izin istemiştir. Aylık 1000 guruş maaş bağlanarak Antakya’ya gönderildi.
Paşo bey rakibine üstünlük sağlamanın verdiği memnuniyetle, debdebesiyle Elbistan’a hükumet etmeye gitmiştir. Kapucubaşı rütbesi ve tayin belgesi de İstanbul’dan gelerek kendisine gönderilmiştir. Sonradan kendisine Mirül ümeralık rütbesi dahi tevcih buyurulmuştur.
Saferin 15. Cumartesi günü Fırka-ı Islahiyye Tiyek önünden hareket ederek 3 saatte Kerkütlü nahiyesi önüne varıldı.
FIRKA-I ISLAHİYYE NİGOLU(NİKOLA) KALESİNDE
Hassa’da iken Ekbaz beyleri ordugâha gelip-gittiler. Fakat reisleri ve en ihtiyarları olan Ahmet bey gelmemiş idi. Çünkü kendisi sakin bir kişi olduğundan iş, kardeşinin oğlu ve nüfuz ortağı olan Ali bey eline geçmiş idi. Ali bey de diğer beyler ile gelip görüşülmüştü. Ahmet bey zararsız biri olduğundan peşine düşülmedi. Ali beye hayat boyu aylık 500 guruş bağlanarak geçici olarak Fırka-ı Islahiyyede alıkonulmuş idi.
Bu defa Islahiyede iken Ahmet bey çıkageldi. Gecikmesinin sebebi sorulunca dedi ki; “Bu havaliden çok ordular gelip geçti. Bu ordu da gelip geçer. Ben kendi halimde bir adamım.Şahsımca mesuliyet gerektirecek bir işde bulunmadım.Orduda ne işim var, dedim. Sonra gördüm ki, Nigolu kalesini tamire başladınız. Anladım ki bu iş esaslıdır. Zira bu havalinin kilidi burasıdır. Biz bu havalinin büyüklerinden bulunmuşuz. Başlı başımıza hükumete alışmışız.Yeni kurulan idare usulüne göre bizlerin buralarda ikameti uygun olmayacak. Ben de çoluk çocuğumla Halep’e giderek ömrümü orada geçirmek isterim. Fakat orası bir büyük şehirdir. Hesap ettim, orada geçinmek için aylık 900 guruşa muhtaç olacağım. Bunu tahsis ediniz, beni de Halep’e gönderiniz.”
Hemen buyuruldu yazısı mühürlenerek kendisine teslim olunarak, “istediğin gün Halep’e git” deyi izin verildi. Ahmet bey “Ben artık Ekbaz’a gidemem. Beni buradan Halep’e gönderiniz” dedi. Derhal lüzumu kadar nakliye hayvanı ayarlanıp ve çoluk çocuğu Ekbaz’dan getirtilip tamamı Halep’e gönderildiler.
Deli Halil’in bacısının kocası olan Ekbazlı Ali bey, hayat boyu şartıyla 500 guruş maaşını Edirne’de almak üzere İstanbul’a gönderildi.
Derviş paşa, Güllü köyünde sıkıştırınca Mürseloğlu Mustafa beyin bacısının kocası Deli Halil ve Mısdık paşanın oğlu Dede bey teslim oldular. Bu ikisinin teslim olmasıyla hamileri olan Ali Bekiroğlu Ali ağa da haber göndererek:”Benim şimdiye kadar direnişim bu iki misafirimin hatırı içindi. Ben de size katılırım” demişti. (Cumadelula ayının başı ve Eylül(Rumi)ün 3. günü Sis’e gelerek teslim oldu. Deli Halil ve Dede bey ile birlikte misafir edildiler. Deli Halil daha sonraları koleradan öldü. Ali ağa ve Dede bey Niş’e gönderilmişlerdir.
Ali ağanın kardeşi Deli Fakı, Gâvurdağında kalmış idi. Yanındaki eşkıya birkaç yüz kişi idiyse de yerleri gayet sarp olduğundan yakalanmaları zordu. Kurt İsmail paşa komutasındaki askerler, eşkıyaları temizledi. Deli Fakı teslim oldu ve Halep’e gönderildi.
GÜLLÜ KÖYLERİNİN DAĞITILMASI
Deli Fakı'yı Halep'e gönderen Kurt İsmail paşa, Güllü köyleriyle civarındaki köyler ahalisinin bir kısmını Payas tarafına ve bir takımını da Hassa kazası tarafına indirdi. Bu köylerde ve Ali Bekiroğlu yurdunda iskan yasak edildi. Aşağıdan yukarıya kimse çıkıp yerleşmesin diye Hassa ve Payas taraflarında karakolhaneler yaptırıldı.
Daha sonra İsmail Paşa Dağın asayiş ve güvenliğinin devamı için Yarpuz'da Mısırlı İbrahim Paşa'nın otağ kurmuş olduğu yerde 400 asker alacak bir kışla yapıldı(Ahmet Cevdet Paşa. Ma'rûzât. sy 187).
VİLAYETİMİZ ÖNCE MARAŞ,SONRA HALEP VE SONRA TEKRAR MARAŞ
Zor ve Urfa sancakları Halep eyaletine; Payas ve Kozan sancakları Adana eyaletine bağlı olup, Maraş da Islahiyye sancağı ile beraber bir müstakil mutasarrıflık idi. Bunların hepsi birleştirilerek büyük bir vilayet oluşturuldu(Halep Vilayeti). Bu vilayetin teşkilatlandırılması görevi de Ahmet Cevdet paşaya verildi.
Daha sonra Halep vilayeti 2 vilayete ayrıldı: Cebel-i Bereket ve Kozan dağları Maraş’a bağlandı. Valiliğe Ahmet Cevdet paşa atandı. A. C. Paşa posta vapuruyla Mersin’e geldi. Adana üzerinden Maraş’a giderken kuruluşundan 5 yıl sonra Osmaniye’den geçti(1870). 18 gün valilik yaptıktan sonra Midhat paşa sadrazam olunca Maraş’ın vilayetliği iptal edildi. Islahiyye ve Hassa üzerinden Belen ve İskenderun’a gitti. Oradan İstanbul’a...
VİLAYETİMİZ ADANA
Padişah 2.Abdulhamid’in saltanatının 25. yılında kaza merkezindeki hükumet konağı (şimdiki askerlik şubesinin bulunduğu bina) yapıldı(19 Ağustos 1903). Binanın giriş kapısının üstündeki Osmanlıca kitabe ve çatı kattaki Osmanlı Arması hangi zihniyete hizmet etmek istedikleri bilinmeyen, tarih düşmanlarınca kapatılmıştı. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü binası olduğu zamanda geçirdiği onarım sırasında bu tabelalar ortaya çıkmıştır. Akbez’de bir ilkokul (mekteb-i iptidai) ve bir karakolhane, Söğüt ve Eğribucak’ta birer ilkokul yapılıp öğretime açıldı. Maarif nazırlarından Ahmet Zühtü paşanın raporuna göre 1894'te Hassa'da 2 adet Frer'ler mektebi bulunmaktadır.
HASSA’DA ERMENİLERİN DURUMU
Yüzyıllardır Türkler ile Ermeniler birlikte yaşıyorlardı. Bu durumu Türklerin aleyhine kullanmak isteyen batılı dostlarımız (!) yıllarca sürdürülen planlı çalışmalar sonunda , Ermenileri kandırarak aramızı bozdular. Araya kanlı olaylar soktular. Oysa bunlara yönetimde bile fazladan temsil hakkı verilmişti.
Hassa 1865’te kurulduğunda 4 Kaza Meclisi üyeliğinden biri Ermenilere verilmiştir. Ermeni nüfusunun (275) Kaza nüfusuna (2994) oranı sadece % 9 olmasına rağmen..
1909 ADANA ERMENİ OLAYLARI VE HASSA
Hassa, Adana Vilayetinin Cebel-i Bereket Sancağına bağlı kaza merkezidir. Bundan dolayıdır ki Adana olayları içinde Hassa’nın da adı geçmektedir.
Amerika, İngiliz ve Fransız , İttihat ve Terakkiciler ile güdümlerindeki basının desteğini alan Ermeniler iyice azıttılar.Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa Türkleri zayıflatmak için çalışıyorlardı. İttihatçılar 2. Abdulhamid’e muhalefet olduklarından her olayda Ermenilerden yana tavır koyuyorlar ve Padişahı suçluyorlardı. Bu ahval içinde suç işleyen kişiler Ermeni ise cezalandırılamıyor, Türk ise anında cezalandırılıyordu.
Cebel-i Bereket Mutasarrıflığınca tesbit edilen olaylardan bazıları:
-Hassa beyleriyle ahali daimi çekişme halinde olduğundan Hassa ilçesi, İskenderun ve Akbez Meydanı yolundan Dörtyol Ermenilerinin silah ve fedai kaçakçılığına tek kapı idi. Mutasarrıflık bu yolu kapatmıştır.
-Hassa kaymakam vekili Bekir beyin Cebel--i Bereket Mutasarrıflığına çektiği 3 Nisan 1325 tarihli telgraf:”Eğribucak olayını çıkaran Dörtyol’lu Serkis bu gece yatsı namazında Hassa Cami-i Şerifine hücum ile ikisi ağır altı İslamı yaralayıp kaçtı.”
-Ermeniler, kaç kere İskenderun ve Halep’’ten Osmaniye’ye gönderilen silah ve teçhizatı, hatta askerleri basarak yolda yağma ettiler.
-Olay çıkaran Ermeniler aynı zamanda Frannsız, İngiliz ve Amerikan donanmasını kullanarak resmi görevlileri suçlu göstermeye ve cezalandırılması için baskı yapmaya çalışıyorlardı. Bu Medeni Dünya’yı temsil eden güçler Türk görevlileri suçlamak için Akbez Fransız Manastır rahipleriyle, Ermeni katolik rahip ve Kilise ileri gelenlerinin şahitliklerini yeterli görüyordu.
-Tanin Gazetesi, İttihatçıların telkiniylle Ermeni yanlısı yayınlar yapıyordu. Bunlar, siyaset yüzünden bu olayda yabancılara karşı Türkleri suçluyordu.
- Tanin gazetesi yazarı Ahmet Şerif 1910 Şubatında bir akşam Kırıkhan köyünde konakladığını ve burada huzurun olmadığını evlerin yakıldığını ve birçok insanın öldüğünü 20-25 evin enkaz haline geldiğini belirtmiştir. 12 Şubatta geldiği Hassa'da da gördüğü manzara pek iç açıcı değildir. Can ve mal güvenliği yoktur.
ERMENİ İNTİKAM TABURLARI
Birinci Dünya Savaşı öncesi, Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan Kafkaslara geçerek Rusların yardımlarıyla Türklere karşı katliam çeteleri oluşturmuştur. Bu sürüler, yaptıkları vahşeti ihtiyar-bebek, kadın-erkek, asker-sivil ayrımı yapmadan uygulamıştır. Osmanlı Devleti, vahşeti önlemek için 1915 yılında “Tehcir Kanunu”nu uygulayarak, Bunları, Ülke’nin daha güvenli olan Şam ve Halep taraflarına götürmüştür.
ERMENİLERİN CEBEL-İ BEREKET’E YIĞILMASI
Suriye’yi işgal eden İngilizler, Kuzeye doğru ilerlemeye devam ederek Dörtyol ve Hassa’yı da işgal edince, Adana Ermeni olayları ile Doğu Anadolu’daki vahşet yaptıkları için göçürülenlerden oluşan kalabalıklar da buralara geldiler. Önceleri İngilizlerden yüz bulamadıkları için halka zulmedemediler.
15 Eylül 1919 Anlaşması ile İngilizler çekilir, meydan Fransızlara kalır. Bundan sonra da Ermenilerin Türk ahaliye zulmü iyice artar. Halkın silahlanması ile Dörtyol’da hükumet konağı etrafına sıkışıp kalan Ermeniler, durumlarının kötüye gittiğini görerek Akbez Manastırı’na toplanırlar.
MİLLİ MÜCADELEDE İLK KURŞUNU ATAN HASSALI
11 Aralık 1918 tarihinde İngilizlerin, Dörtyol’u işgal etmesiyle kara Mehmet çavuş eski vatanı Tiyek köyüne gitmişti. Yanındaki komşuya işgal kuvvetlerinden iki Ermeni erkeği ile bir Ermeni kadını gelmişlerdi. Kadın, Ermenilerin Adana’dan sürüldükleri sırada verdiği bir keçinin yerine bir sürü istiyordu. Hiç söz dinlemeden adamın bütün hayvanlarını sürüp götürdüler. İki gün sonra tekrar gelerek aynı insandan zorla para almağa uğraştılar. Bu haksızlıkları gören Mehmet, kardeşi Ahmet’le birlikte Ermenilere temiz bir dayak attılar. Dağa kaçtılar. Ailelerini Nur dağlarının kuytu bir yerine bırakarak işgalcilere karşı çete mücadelesine başladılar. Kendilerine başka vatanseverler de katılıyordu.
Geceleyin işgal mevkiine doğru yola koyuldular. Hösem Dede mevkiinde silah sesleri duymaya başladılar. Gizlice yanaştılar. Ermeniler, Türk kadınlarını bir eve doldurmuşlardı. Bu arada köylüden birkaç kişi de çeteye iltihak etmişti. Ermeniler az bir direnme sonucu kadınları bırakarak kaçtılar. Tepelerin üzerine kadar takip sürdü. Orada bir duvarı siper ederek geceyi geçirdiler. Ertesi gün, Fransız subayların idaresinde bir Ermeni taburunun elli metre kadar yaklaşmasını beklediler. Kara Mehmet çavuşun ateşiyle çatışma başladı. 19 Aralık 1918 tarihindeki, üç saatlik çarpışmalar sonunda 15 işgalci öldürülmüş ve 80 mavzer ele geçirilmiştir. Hassalı (Tiyekli ) olduğu bilinen Kara Mehmet çavuşun attığı bu kurşunlar Milli Mücadele’nin ilk kurşunudur.
MİLLİ MÜCADELE SONRASI NE DEĞİŞTİ
Her Türk filminde olduğu gibi mutlu sona ulaşmak burada da kolay olmaz. Balkan savaşı, seferberlik, derken kurtuluş mücadelesi.. Fransız işgalciler ve Ermeni kasapları gitti, mücadele de bitti. Ancak mutlu sona yine erişemedik. Soydaşlarımızın yarısı Misaki Milli sınırları dışında kaldı. Hatay'ın Anavatana katılmasıyla yüreğimizin bir parçasıyla tekrar kavuşacağımız günleri bekliyorduk. Yine mutluluğumuz boğazımıza tıkandı kaldı.
Hassa'da Milli mücadele bitti. Osmanlı zamanında bey olanlar şimdi de Tek parti düzeninin beyi olarak yine beyliklerine devam ettiler.Yine beylerle Hassa halkının mücadelesi devam etti. Milli Mücadele yıllarının kahraman mücahitlerinden bazıları Hassa'yı terk ederek Dörtyol, Islahiye, Maraş, Kırıkhan başta olmak üzere çeşitli yerlere giderek Hassadan ayrıldılar.
1932’de dinde reform çalışmaları kapsamında başlatılan Türkçe ezan Hatay’da da ciddi münakaşalara sebep oldu. Türkiye’deki siyasi iradenin estiği yönde hareket etmek istemeyenler, Hatay’ın Anavatan’a katılma sürecinin başladığı 1938—1939 arasında Suriye tarafına geçti.
Milli mücadele sırasında önemli varlık gösteren fakat devrim kanunlarının tebliği ve uygulanması konusunda endişeli olan Türk aileler, her şeye rağmen vatan toprağını terk etmedi. Nihayet, 1950’ye kadar sürecek olan Türkçe ezan okuma zorunluluğu başladı. Şapka Kanunu’nun uygulanması için cebre başvuruldu. Bazı bölgelerde işin ölçüsü kaçtı. Devrim kanunlarına karşı yapılan en küçük bir muhalefet bile vatan hainliği ile eş tutuldu.
Tek Parti döneminin Hatay’daki baskıları artınca; güneye zorunlu göç başladı. Devlete karşı itaatte kusur etmeyen saygın aileler, Türkiye'ye küsüp Suriye’nin yolunu tuttu. ‘Zorunlu göç’, 1947, 1948, 1949 yılları arasında kitleselleşti. Hassa’nın Küreci, Söğüt, Akbez, Aktepe köyü büyük ölçüde boşaldı. Malını, mülkünü, geçmişini bırakan Hassalı Türkler, bir gün geri dönmek umuduyla Suriye’ye gitti.
Göç, Türkiye’deki iktidar değişikliğine rağmen 1960’lara kadar sürdü. Menderes zamanında da uygulama düzeltilemedi. Sürgün Türkler, günün birinde Türkiye’ye yeniden geleceklerini hayal ederek, yıllardır geçici oturum izniyle hayatını sürdürürken, devlet, Suriye’ye gidenleri kara listeye aldı."vatansız" kaldılar.
Suriye’de yaşayan Türkler, ilk kez Özal’lı yıllarda, tek parti döneminden kalma korkularından sıyrılıp, Türkiye’ye gelmeyi düşündüler. Türkiye’de gerçekten inanç özgürlüğü olduğuna inanabildiler. Hâlâ inanamayanlar da var.Özal’la birlikte Türkiye’ye daha fazla özgürlük geldiğine inananlar hemen harekete geçerek resmi başvurular yaptı ancak sonuç alınamadı. Türklerin eve dönüş planı bu sefer de devletin Güney Türkleri projesiyle çakıştı.
Aradan geçen 60 yılda Suriye’de unutulan Hataylı Türklerin, yüreklerindeki Türkiye sevgisi silinmedi. Ülkemizde uygulanan ve insanlarımızı mutsuz eden çağ dışı uygulamalar bile Vatan sevgimizi silemedi. Dış güçlerin Milli Birliğimiz üzerine oynadığı oyunlar ve harcadığı Dolarlar bile geleceğe olan inancımızı yıkamadı.
Dışarıda kalanlar mutsuz içerdekiler mutsuz fakat umutsuz değil.. Belki bir gün diyerek umutla..
Araştırmalarımda yardımlarını esirgemeyen Kadir ASLAN hocama saygılarımla.. Ali COŞKUNER
OCAK- MART 2007
Sitemiz, 01 Temmuz 2004 Perşembe gününden beri Hassa ve Hassalıları tanıtmak gayesiyle yayındadır. Hassa'nın hiç bir zaman, hiç bir sitede yayınlanmamış bilgilerini yayınlıyoruz. Yazılarımız tamamen kendi araştırmalarımızın ürünüdür. Kurucumuz Ali COŞKUNER, görevi icabı Hassa dışında yaşadığından sizlere Hassa ve Hassalılarla ilgili günlük haberler sunamıyoruz. Zaten bu konuda Hassa'da yaşayan arkadaşlar tarafından yayınlanan siteler Hassalılara hizmet vermekteler. Bu konuda Mustafa GÜL(hassali.com), Şaban GÜL(ardiclibeldesi.net) ve Mehmet METLİ (hacilarli.com) hocalarım gayet seviyeli ve başarılı olarak bu işleri yapmaktalar. Ayrıca İlçe Tarım Müdürlüğü sitesi resmi de olsa Hassalılara haber iletmektedir.
Bizim konumuz ve alanımız habercilik değil; Hassa ve Hassalıların farklı yanlarını ortaya koymaktır. Özellikle Hassa dışında yaşayan hemşehrilerimizin Hassalı olmaktan gurur duyacakları yönlerimizi ön plana çıkarmaya çalıştık.
Hassa'yı anlatan 13 Megabaytlık bilgi yükledik. Tabii ki yeterli değil. Zaman ve imkân meselesi.. Selamlar...
hassa.tr.gs kurucusu Ali COŞKUNER
ARALIK 2006
ZENGİNLİKLERİMİZİN FARKINDA MIYIZ?
Hassa Lisesi'nde öğretmenlik yaptığım yıllarda Hassamızı tanımak için öğretmen ve öğrencilerimizle çevre gezileri düzenlerdik. Bu gezilerden birini 26 Mayıs 2002 tarihinde yaptık. Bu gezinin Leçe kısmını bir kez daha bahse konu etme ihtiyacı duydum. Şöyle ki; Hassa Leçesi'nin altında bir şehir mi yatmaktadır? sorusu aklıma takıldı. Bu sorunun cevabını bir coğrafyacı olarak aşağıdaki satırlarda cevaplamaya çalıştım. Umarım bu sorunun geri kalan eksiklerini birileri çıkıp tamamlar.
Selamlar
Ali COŞKUNER
Antakya-K.maraş oluğunun tabanında Hassa ve Aktepe'nin doğusunda yer alan Leçe'nin Hassa Doğusunda orta kısmında rakımı 380 m kadardır. Buranın Doğu ve Batısında ise 350 m yi bulur. Yani kalınlığı orta kısımda 30, kenarlarda 10 metre kadardır.
Lav akıntıları çıkış yerlerinden Aktepe Güneydoğusuna kadar 25 km lik bir yol kat etmişlerdir. Lav örtüsünün üstündeki akış yönlü eğim %0 12 civarındadır. Güneyde, bir dil halini alarak sona ermektedir. Sayısız kapalı depresyonlar, mağaralar ve küçük çukurlar görülür. Bunların bazılarında küçük göller oluşmuşlardır.
Kapladığı alan yaklaşık olarak 130 km karedir. 15 m lik bir kalınlık hesap edildiğinde 1,95 km küplük bir hacmi olduğu tahmin edilmektedir.
Bu örtünün çeşitli yerlerinden açığa çıkan mozaik ve diğer buluntular olduğu bilinen bir durumdur. Bunlardan biri ve en bilineni olan Gülpınar Köyü Küçükger Mahallesindeki bir vatandaşın bahçesinde bulunan Helenistik Döneme ait ve üzerinde hayvan ve insan figürleri bulunan mozaikler bize burada geçmişte bir şehir olduğunu ve lavların altında kaybolduğunu anlatıyor. Ayrıca Leçe çevresinde bulunan daha başka eserler de bu görüşümüzü desteklemektedir.
Türkiye’nin Pompeii’si mi : Tahminimizce Karasu kenarındaki Roma şehri, nehrin tabanından çıkan lavlarla kaplanmıştır. Bu olaydan sonra Karasu, yatağını doğuya kaydırmış, Leçenin batısında ise Hopur çayı oluşmuştur. Gülpınar’ın Küçükger mahallesindeki Mozaiklerin bulunduğu yerdeki evin sahibiyle görüşemedik. Burada işlenerek duvar taşı haline getirilmiş 2. ve 3. jeolojik zamana ait volkanik taşlar gördük. Bunlardan birincisi yeşil renkli ve içerisinde sığ denizlerde yaşayan canlılara ait kabuklar bulunuyordu. Diğeri ise sünger gibi delikli siyah renkli taşlardı. İçlerinde denizel canlı bulunmamaktadır. Bu taşlar Hassa Leçesini oluşturan son lavlara göre daha sağlam, daha az fakat büyük gözeneklidir. Daha fazla gözeneği bulunan 4. jeolojik zaman Leçe taşlarından işlenmiş olanını göremedik. Bu durum
Yukarıdaki tahminlerimizi güçlendirmektedir. Ancak kesin olarak ispat etmeye yetmemektedir.
Bulunan mozaik eserlerinin sapasağlam olması buradaki şehrin aniden kaybolması anlamına gelmektedir. Eğer normal şartlar altında burası terkedilmiş olsaydı bu mozaik eserlerinin yıpranmış olması, ya da Antakya’daki müzedekiler gibi eksik parçalı olmaları gerekirdi.
Leçe'nin Doğu kıyısındaki Hopur Çayı toprak yüzeyi aşıp kayalardan oluşan bir yatak kazacak zaman bulamamıştır. Genç olarak nitelenen akarsular bile yatağını V şeklinde kazmış bulunurken henüz yatağını oluşturamamış olması onun yeni doğmuş olduğunun belgesidir.
Korelasyon çalışmalarımız yarım kalmıştır.
Yukarıda belirtilen konuların araştırılması temel dileğimizdir. Bu yapılarak Hassa’nın turizmdeki gerçek yerini alacağı kanaatindeyiz.
KASIM 2006
FRANSA ORTAÇAĞA GERİ DÖNDÜ
Ortaçağ Avrupasında Dünya'nın döndüğünü ya da yuvarlaklığını iddia etmek yasaktı. Bu yönde görüşe sahip ilim adamları Engizisyon Mahkemelerinde yargılanıp ağır şekilde cezalandırılıyordu. Fransa tekrar Ortaçağa döndü ve ilim adamlarının "Ermeni soykırımı olmamıştır" demelerini yasakladı. Fransa'da uygulanan bu çağ dışılığa fransız kalmayalım.
EKİM 2006
Bir Hikaye Bin Ders Doludur
Biz Hassalılar ders almayı bilmeyiz. Anlatılan her bir hikayenin gülünecek kısmı varsa güleriz. Deli Dumrul hikayesinden de bir şey anlamadık. Hikayede sadece gülünecek, suçlu ve haksızı tesbit edecek öğelere dikkat ettik. Hassa İlçesinde Deli Dumrul Hikayesinden en iyi yararlanan Aktepeliler oldu. Bilerek ya da bilmeyerek.. Dükkanlarını yol üstüne taşıdılar. Ya da yolu dükkanlarının yanından geçirdiler. Yoldan geçenlerden para kazandılar.
Nice hikayelerden ders alınması dileklerimle..
MAYIS-AĞUSTOS
26 Nisan 2006 günü Yalova'da idik. TEMA vakfı onursal başkanı sayın Hayrettin KARACA'yı "Karaca Orman Çiftliği"nde ziyaret ettik.
Sohbet sırasında konu Coca-Cola'dan açıldı. Türkiye'de Coca-Cola içilmesine kesinlikle karşı olduğunu söyleyerek devam etti. Bu içecek içindeki karbondioksitin insan beynine zararlı olduğunu ve bunu da üretici şirketin kasıtlı olarak planlayarak yaptığını anlattı. İtalya'da yayınlanan bir kitapçık göstererek "Burada bir İtalyan bilim adamının araştırmaları var. Bu içeceğin ne kadar zararlı olduğunu anlatıyor. Hepsi de bilimsel yönden ispatlanmıştır. Eğer yanlış olsaydı, bu şirket bu adamı mahkemelerde süründürürdü, aleyhine milyonlarca dolarlık tazminat davası açardı. Yazılanlar doğru olduğu için hiç bir şey yapamıyor" dedi.
Yine İtalya'da yapılan bir araştırmada Mc Donalds yiyeceklerinde ise 29 adet zehir türü olduğunun belirtildiğini anlattı. Ayrıca Coca-Cola'ya verilen her paranın Müslümanlara saldırı olarak geri döndüğüne dikkat çekti.
NİSAN 2006
Aşağıdaki yazı 20 Haziran 2003 tarihli Milliyet.com.tr 'den alınmıştır. Yakın tarihimize ışık tutması bakımından hiç bir yorum katmadan aynen yayınlıyorum. Takdir ve yorum siz kıymetli ziyaretçilerindir.
İÇİMİZDEN BİRİ KOCO ELBİSTAN
Saz dinler, çiğ köfte yaparım
"Oğlumun adı da Koco... Yani dedem, babam, ben ve oğlum, hepimizin ismi Koco... İsterim ki oğlum da çocuğunun adını Koco koysun"Tarihe 1000 canlı tanık / 18
1930 yılında Hatay’ın Hassa kazasının Aktepe nahiyesinde dünyaya gelir. Babası Sinemilli aşiretinin reisidir. Hatay’ın Türkiye topraklarına katıldığı yıllarda (1938-1939) ilkokula başlar ve 1945’te mezun olur. Ortaokul eğitiminin ardından Antakya Lisesi’ni bitirir. 1952’de Askeri Tıp Fakültesi’ni kazanır. Sivil hayata geçmeye karar verir ve Ankara Tıp Fakültesi’nde eğitimine devam eder. 1959 yılında "Kırkdokuzlar" davası olarak bilinen 49 Kürt aydınıyla birlikte yargılanır ve okulu cezaevindeyken bitirir. Özgürlüğe kavuşmasının ardından hekim olarak çalışır.
1961 yılında geçirdiği bir kaza sonucunda tedavi olmak üzere gittiği Avusturya’dan Almanya’ya geçer ve orada kalır. 1960 yılında nişanlandığı eşi Zeynep hanımla Almanya’da evlenir. 1968’de Türkiye’ye dönerler ve önce İzmit ardından da Elbistan’da cerrah olarak görev yapar. 1979 yılında eşi ve çocuklarıyla birlikte tekrar Almanya’ya gider, yedi yıl kadar orada yaşarlar. Memlekete dönüşünün ardından Elbistan’da hekim olarak çalışır Koco bey. 1988 yılında İstanbul’a taşınırlar. Özel bir poliklinikte çalışmaya başlar. Babasının adını taşıyan Koco Elbistan’ın yine Koco isimli bir oğlu ve Zelal isimli bir de kızı var. Her ikisi de yurtdışında yaşıyor. Eşiyle birlikte yaşadığı İstanbul / Kızıltoprak’taki evinde görüştük...
Aşiretimiz Sinemilli (Sınemınli) göçebe aşiretidir esasında. Ta Maraş’tan başlar. Pazarcık’tan Hassa’ya kadar yayılır gelir. Esası, Kürt Alevidir. Elbistan, Pazarcık’tan gelip Hassa bölgesine yerleşmişler. Fransızlar zamanında, (1918’de imzalanan Mondros Müterakesi’nin ardından) babam ve aşiretin ileri gelenleri Fransızlarla mücadele etmeye karar veriyorlar. Fransızlar alıp götürüyorlar babamı. Ermeni tercümanlar vasıtasıyla Fransızlara diyor ki, ‘Biz bu ülkenin sahibiyiz, yazın yaylaya gideriz, kışın buraya geliriz.’ Sert konuşuyor. Fransızlar bu konuşmadan etkilenip kendisine bir vesika veriyorlar." Baba Koco Elbistan Fransızlarla bu görüşmeleri sürdürür. Amacı işgal günlerinde bölgenin kontrolünü ve topraklarını kaybetmemektir: "Bu sefer babam rahmetli bir meydan ziyafeti verdiriyor. Aşireti topluyor, gelinlere, ‘düğüne gider gibi süslenin’; gençlere de ‘lacivert ceketlerinizi giyin’ diyor. Eskiden orada lacivert ceket meşhurdu, Suriye’den gelirdi. Siyah pantolon, siyah şalvar ve lacivert ceket, beyaz terlik dediğimiz (başa giyiliyor) kıyafetler, tertemiz giyiniyorlar ve meydan sofrası döşüyorlar. Fransızlar geliyor, kuzular kesiliyor. Bundan çok duygulanıyor Fransızlar. Babama diyorlar ki ‘Türkiye’yle Hatay arasındaki hududu, Dörtyol’dan (ilçesi) İslahiye’ye kadar, Gavur Dağları’nın, buranın asayişini senden biliriz. Her karakola adamını koyacaksın.’ Babamın forsu aşirette artıyor tabii." Koco Elbistan Fransızlardan aldığı bu destekle bölgede yerleşik düzene geçer. "Birbirine paralel, muntazam sokaklar üzerindeki evlerde herkesin bahçesi ayrıydı. Evlerin arasında sular akardı. Bu kadar medeni vaziyetteydi köyümüz (nahiyemiz). Ben işte böyle şirin bir yerde doğdum. O zaman oralar hep Hatay’a aitti, Suriye’ye bağlı, Fransızların mandasındaydık. Fransızlar yolları yapmışlar, her yer asfalttı. 5-10 sene daha kalsalardı daha medeni olurduk.Türk askeri geldiği zaman, hatırlarım, merasimle karşıladık, ziyafetler verdik. Şükrü Kanatlı, Allah rahmet eylesin, onun kumandasında, Dağ Alayı Hassa’dan Aktepe’ye geldi. Aslında ‘Fransızlar gitmez’ diyordu babam. Türkler gelince aşiretteki bazı kişiler, ‘Suriye’ye gidelim’ dediler. Biz gitmedik. Şükrü bey babamı çok sevdi, Hatay’daki askeriyeye, ‘Bundan böyle askeriyenin et ihtiyacını Koco ağa temin etsin’ dedi. Ancak bizim aşiretin içerisindeki bir-iki aileyi sürgün ettiler, bize karışmadılar. Biz artık Türk vatandaşı olduk. Atatürk’ün öldüğü sene, hiç unutmam, Kırıkhan’a geldik, bize dediler ki ‘Ağlayın’. ‘Ya ne ağlıyacağız?’ ‘Babanız öldü’ dediler. Allah Allah, demek ki Atatürk demek baba demektir, diye düşündük... Biz de eve gelip evdekilere ‘Babanız öldü ağlayın’ dedik."
(23 Haziran 1939 tarihinde yayınlanan Türk-Fransız deklarasyonunun ardından Türkiye ile Suriye arasındaki toprak sorunlarının nihai çözümüne ilişkin anlaşma imzalanır ve Hatay Türkiye topraklarına katılır.)
"Ayrı gayrı bilmezdik!"
"Türkiye’den gelenlere her zaman iyilik yapıyorduk. Kürt, Türk ayrımı yoktu. Babam nahiyenin bir kısmını Türklere ayırdı. Ayrı gayrı bilmezdik. Annem mesela Kürtçe ve Türkçe konuşur ayrıca Ermenice bilirdi. Ama Türkler yalnız Türkçe bilirler. Yani gayret edip biraz, şu konuşulan lisanı da öğreneyim gibi bir şey yoktu onlarda... Ermenilerle ilişkilerimiz çok iyiydi. Doktorlarımız, sanatkarlarımız hep Ermeniydi. Ermeniler eli yüzü temiz insanlardı, şık pantolonları Ermeniler giyerdi, Türkler hep şalvar giyerdi. Biz Ermenilerden gördük bunları, yani medeniyet Ermenilerdeydi." İlkokula önce Frer’ler Mektebi’nde başlayan Koco Elbistan, okulun kapanmasıyla Kırıkhan’da tamamlar eğitimini: "Hem kiliseydi hem okuldu. Kızlar erkekler ayrıydı. Bir ev tuttuk, okulun yakınında. Güzel bir Ermeni eviydi. Sınıfı geçecek durumdaydık, birden bire işte Türk askeri gelince Ermeniler hep kaçtılar, okul da kapandı. Biz mecbur kaldık Türk okullarına gitmeye. O zaman Ermenilerin evlerini artık Kürtler, Türkler, parası olanlar aldılar. Satmadan bırakıp gidenler de oldu. Bir kısmı da tahrip edildi." O yıllarda başlayan II. Dünya Savaşı’nının siyasi etkilerini okul yıllarındayken hisseder Koco Elbistan: "Radyodan dinlerdik. Veya gasteden okurduk gelişmeleri. Ortaokuldaydım. ‘Almanca okuyacaksınız’ dediler. Almanca muteberdi, harbi de kazanmak üzere falan. Biz okurken sene ortasında birden dediler ki ‘bundan sonra Almanca yok, Fransızca öğreneceksiniz’. ‘Niye?’ ‘Harpte Almanlar kaybetti’ diye. Türk siyaseti işte!" Okul yıllarını Antakya’da geçirir Koco Elbistan: "Babamın o zamana kadar durumu iyiydi. Bir süre sonra arazi olmasına rağmen geliri azaldı. Misafir çok, eskisi gibi kömür ticareti yok, Fransızların yardımı yok. Ekonomik yönden fenalaştık. Ev tuttuk kardeşlerle.Yazları pamuk tarlalarına, çapaya gittik. Ağalığımıza hiçbir zaman leke getirmedik. Borç aldık, arazi sattık." Liseden mezun olunca Ankara Tıp Fakültesi’ne başvurur. Adı yedek listede kaldığı için Askeri Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptırır: "Altı sene okuduk Askeri Tıbbiye’de, ondan sonra tazminat ödedim, ayrıldım."
"Kırkdokuzlar davası"
"1959 senesi ben son sınıftayım. Ankara’da kardeşlerimle birlikte kalıyoruz, arama yaptı polisler. ‘Ne arıyorsun?’ dedim. Kitaplarıma baktı, bir şey bulamadı. Okula gittik, kütüphaneye. ‘Neye bakıyorsunuz?’ dedim. ‘Bilmiyoruz, sen bilmiyor musun?’ dediler. ‘Yok bilmiyorum’ dedim. Demokrat Parti’nin son zamanları, yılbaşından önce tevkif ettiler bizi." (17 Aralık 1959 tarihinde çoğu İstanbul ve Ankara’da oturan 40 Kürt aydını ve genci güvenlik kuvvetlerinin aynı anda düzenledikleri baskınlar sonrasında tutuklanır.) "Ankara’dan trenle getirdiler İstanbul’a. Askeri Cezaevi’ndeki hücreye koydular. Baktık ki, ne kadar Doğulu genç varsa, İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da, toplamış hepsini içeri atmışlar. ‘Kürtçülük yapıyorsunuz’ diye. Talebenin ne Kürtçülüğü olacak? Bir arkadaş gastecilik yapıyormuş o zaman Diyarbakır’da. ‘İleri Yurt’ diye bir gaste çıkıyordu. Onu tevkif etmişler İran hududunda. Yakalanınca şunlarla görüştüm falan demiş. Mahkemeler başladı. ‘Ben doktor olucam, iki tane vizem kalmış, beni Ankara’ya sevk edin’ diyerek Mahkeme Başkanlığı’na müracaat ettim. O zaman A. Emin Yalman’ı vuran adam da hapiste, imtihanlara gidiyordu, onu okumuştum. O aklımda kalmıştı. Rahmetlik babam birisini buldu. Eli kelepçeli trene bindirdiler beni, iki mağdur, zavallı onbaşıyla er yanımda. Aşiret falan deyince, meğerse er Aleviymiş, yakınlık kurduk. Onbaşı çekiniyordu biraz. Saçım sakalım birbirine karışmış. Er gitti, jilet buldu tıraş etti beni. Ankara’ya geldik, tren garı inzibatlarla kuşatılmış. Ankara soğuk, hapishanesi var meşhur, siyasi mahkumların olduğu yer. Kitaplarımı istedim, ailemle görüşmem yasak. İmtihanlara giriyorum, mağdur vaziyette, eli kelepçeli... 28 Şubat 1960’ta mezun olduk. Geldik, yine cezaevine. 5-10 gün sonra zaten 16 Mayıs’ta tahliye oldum, 27 Mayıs’ta ihtilal oldu. Senelerce devam etti mahkeme, sonra beraat ettik. "Kırkdokuzlar" diye geçer adı, yurtdışına çıkış yasağı vardı uzun süre." (Yabancı devletlerin yardımı ile Türkiye’yi bölmekle suçlanan, aralarında Musa Anter, Şerafettin Elçi gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu sanıkların hakkında son karar 3 Mayıs 1968’de verildi. Bu kararla kimi sanıklar beraat ederken diğerleri çeşitli cezalar aldılar.)
"Serde ağalık var ya..."
"Babam kravatlı gezerdi, fötr şapkası vardı, bu resimde hatıra olsun diye giydirmişler. Maraş’ta dikilmiş bu sırma elbiseler... Babam önce teyzemle evlenmiş. Teyzem vefat edince, annem o zamanlar 13 yaşında başka biriyle nişanlı, babam kardeşinin çocuklarına baksın diye almış annemi. Serde ağalık var ya, tutup bir hanım daha almış sonra. Yani derken aile büyümüş, dokuz kardeş olmuşuz... Resmi kurumlara aracılık yapardı babam. Arzuhalciler var, avukat yoktu o zaman. Arzuhalciye bir pusula yazdırır, ‘işte şu adama şu dilekçeyi yazıver’ diye. Kendi okur-yazar değildi. Herkes gibi ben de saygı duyuyordum. Cahil adamdı ama müthiş Atatürkçüydü. Oğlum devletin yanında olun, aleyhinde olmayın, bir de Demokrat Partili olmayın derdi."
Aşiretin debdebesi
Koco Elbistan, ilk görev yeri olan Kırıkhan’a gider: "Belediye tabibiydim.
495 lira maaşla çalıştım. Bu arada Adana’da nişanlandım. Nazilli’nin Bozdoğan kazasına, hükümet tabibi olarak tayinim çıktı." 1961’de geçirdiği bir trafik kazası sonucunda tedavi olmak üzere yurtdışına çıkması gerekir Koco Elbistan’ın. "Kırkdokuzlar" davası nedeniyle izin verilmez. İçişleri ve Sağlık Bakanlığı’na sayısız başvurularda bulunur ve sonuçta yurtdışına çıkar. İyileşmesinin ardından Almanya’da hekim olarak çalışmaya başlar. Nişanlısı Zeynep hanımla Almanya’da evlenir. İhtisasını yapmak üzere Türkiye’ye gelirler. İhtisasını tamamlar, cerrah olur. "İzmit’e tayinimiz çıktı. 10 sene orada çalıştık. Bir süre sonra yine Almanya’ya gitmeye karar verdik. 12 Eylül günleri, gece yarısı tam Nürnberg uçağına binerken, indirdiler beni. Hanım ve çocuklar Almanya’da beni bekliyor. ‘Neden indirdiniz?’ dedim, ‘Çıkış yasağınız var’ dediler. Sabah her yere telefonlar edildi. Neyse, bindik uçağa, kavuştuk çocuklara." Yedi yılın sonunda vatan özlemi ağır basan Zeynep hanımın isteğiyle Türkiye’ye geri dönerler. "Geldim, tayinim çıkmadı, aldım valizi gittim Elbistan’a. Orada özel hastaneye ortak olduk. Hasta masada öldü müydü adın kötüye, hastayı kurtarırsan adın iyiye çıkıyor. Küçük yer tabii. Biz biraz şımardık, afedersiniz. İşte o zaman SHP’den milletvekili adayı olduk. Olmadı, seçilemedim. Baktım ki iş de yok artık, terk ettim Elbistan’ı bıraktım geldim, İstanbul’a." Eski bir hastasının aracılığıyla özel bir hastanede iş görüşmesine gider: "Buyurun’ falan dediler. ‘Ben Kürtüm, Aleviyim, biraz da solcuyum, çalışmak istiyorum’ dedim. ‘Memnuniyetle’ dediler. 11 sene çalıştık. Ayda 30-40 tane ameliyat yapıyordum." Koco Elbistan artık hekimlik yapmıyor. Bugünlerde seyahatlere çıkıyor, arkadaşlarıyla birlikte oluyor. Saz dinlemeyi ve çiğ köfte yapmayı seviyor. Zaman zaman da Antep’e, Maraş’a gidiyor: "Aşiret ilişkileri zayıflamış. Çünkü aşiret diye bi şey kalmamış ki. Gittiğimiz zaman kirvelerimiz bizi taltif ediyorlar, ziyafet veriyorlar. Yalnız insanların o aşkı, o heyecanı yok. Herkes geçim derdinde. Büyük kısmı büyük kentlere göçtüler zaten. Aşiretin o debdebesi kalmadı. Ayda, yılda bir gidersen, alakadar oluyorlar o kadar..."
"İnsanım ben"
"Fakülte’de ‘Koco’ deyince, ‘Yahu nedir bu isim?’ dediler. ‘Kürtüm ben’ dedim. Bir arkadaşım, yemin etti bana, ‘Ben buraya gelinceye kadar’, Tıp Fakültesi’nde okuyor, ‘sizin kuyruklu olduğunuzu tahmin ediyordum’ dedi. Cehaletin bu kadarı olur mu yahu, ‘Ben insanım’ dedim, ‘insanın kuyruğu olur mu, sen cahil misin bu kadar?’ Allah’ın Kürtü falan dedikleri zaman hiç ciddiye almazdım. Böyle şakalarımız oluyordu, ama ciddi bir sorun olmadı okulda. Kürtçülük mahkemesinde bile gülünç şeyler oluyordu. Bir arkadaş bana mektup yazmış, şiir yazmış Kürtçe. Ne var sanki? Kürtçe şarkı söylüyorlar, ne olacak sanki. Yani hükümetlerin Kürt kelimesinden korkmasından bir tuhaf oluyor insan."
MERHABA...
ÇOK KIYMETLİ ZİYARETÇİMİZ...
Bizler, bir arada, dayanışma içinde Hassamızı geliştirmek için çalışıyoruz. Kimseyi suçlayarak bir şeyler yapmak bizim felsefemizin uzağındadır. Hassamızın önemini burada vurgulayarak memleketimiz ve insanımızın tanıtımını yapabilirsek kendimizi bahtiyar bileceğiz. Hassalı, kendini tanıdıkça öz güveni gelişir, yere daha sağlam basar kanaatindeyiz. Bu amacımızın devamı olarak hassa.gov.tr'ye 31 Mart 2006 tarihinde yazdığım mesajı aynen takdirlerinize sunuyorum.
"Hassa yıllardır öz evlatlarına yabancıları tercih etti. Öz Hassalılara sahip çıkılmadı. Kendilerini göstermek için yukarı çıkmaya çalışanlar kenetlenmek yerine hep Hassalıların üzerine basmaya çalıştılar. Görüyorum ki; www.hassa.gov.tr olarak da bunu devam ettiriyorsunuz. Web sayfanıza giren bir kişi Hassa'yı Kırıkhan'a bağlı bir köy zannedecek. Hassa'yı ve Hassalıları kimsenin küçümsemeye hakkı yoktur. Hassalıların, Hassamızı tanıtmak için kurdukları ve sizden çok daha iyi olarak bu işi yaptıkları web sitelerinin hiç birine link vermemeniz hiç hoş karşılanacak bir hareket değildir. Eğer link vermek sizin yayın politikanızda yok ise hiç bir web sitesine vermemeniz bir zorunluluktur. Tüm Hassalılara selamlar..."
MART 2006
1-BU LALELER SADECE HASSA'DA VAR
Hassamızın Nur Dağlarında 2002 yılında izcilerimle bir gezi sırasında bu laleleri buldum. O zamandan beri internetten çeşitli lale sitelerini gezdim. Henüz Dünyanın başka yerlerinde bu ters lale türlerine rastlayamadım. Resimler kamera çekiminden alındığı için renkler soluk çıkmıştır. Bu ters lalelerin gerçek renkleri parlak siyah ve parlak sarıdır. Yaprakları ise yeşildir. Yani resimde göründüklerinden çok daha güzeldirler.
2- Aşağıdaki satırlar Antep Kuvayı Milliye Kumandanı Recep tarafından M.Kemal Paşa'ya gönderilen bir yazıdan alınmış ve hiç bir yorum katmadan sadeleştirilerek takdirlerinize sunulmuştur.
Antep
2 Haziran (1336)1920
Ankara'da
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine
Adana'ya bağlı Hassa kazası iki ay evvel topraklarını Fransızlardan temizledikleri ve Osmanlı hükûmeti adına idare etmek üzere bir kaymakam gönderilmesi için defalarca müracaatlarda bulundukları halde bir gelişme olmadığından asayiş bozulmuş ve şu sırada hazineye tamamen faydalı olacak vergiler tahsil edilememiştir.
Kuvayı Milliye Kumandanı
Recep
Aşağıdaki satırlar Dedemli Köyü'nden 1320(1904) doğumlu Hacı Hasan Fil'e aittir. Hiç bir şey katmadan aynen yayınlıyorum.
"Babamla tarladan geliyorduk. Ben çocuktum. Şimdiki Seydi Salih'in bulunduğu yere bir uçak inerken takla attı. Sonradan öğrendiğimize göre iki pilottan biri ölmüş. Diğer pilot: "Uçağımıza takla attıran şey buradan çıktı" diyerek şimdiki Seydi Salihin mezarının bulunduğu yeri göstermiştir. Gösterilen yerin kazılmasıyla çürümemiş bir ceset bulunmuştur."
ŞUBAT 2006
12 Şubatta Kahramanmaraş'ın kurtuluş günü kutlamalarında bir isim öne çıktı. Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, ondan övgüyle söz etti. Bu kişi Sütçü İmam idi. Maraş'ı Kahramanmaraş yapanların başında gelen bu kişiyi biz de tanıyalım.
31 Ekim 1919 günü, birkaç Fransız askerinin önüne düşerek çarşıyı gezdirmek bahanesiyle Uzunoluğa gelen birkaç Ermeni gönüllüsü, o civardaki hamamdan çıkan kadınları görerek, saldırırlar her birisinin peçesini yırtarak bir ikisinin bayılmasına ve ötekilerin de feryat ederek kaçmalarına sebebiyet verirler. Bunlara karşı koymak isteyen civar kahvedeki Türklere de silah çekerek iki Türk’ü yaraladılar.
O sırada sütçülük yapan ve “Sütçü İmam” diye anılan bir ihtiyar, ihtiyarlığına bakmadan peçe yırtan ve erkekleri yaralayan birkaç azgın Ermeniyi tabancası ile yere serdi ve yan sokakları izleyerek derhal gözden kayboldu.
1 Kasım 1919 günü Zeytinlik’te boğazlanmış ve parça parça edilmiş bir Türk genci bulundu. Tiyekli oğlu Kadir namındaki bu genç yakalanamayan Sütçü İmam’ın dayısının oğlu idi ve Maraş’ın ilk şehidi oldu. (A. Hulki SARAL- Tosun SARAL’ın Vatan Nasıl Kurtarıldı adlı eserlerinin 159 ve 160. sayfaları).
Maraş’ın kurtuluşunda önder olan ve bugün Maraşlıların gönüllerinde yaşayan bu kahraman namına Maraş’ta yapılmış bir üniversite, lise ve anıt bulunmakta; Hassa’da ise hiçbir şey bulunmamaktadır. Tiyekli Sütçü İmam’a sahip çıkılarak Hassa'da da bir şeyler yapılmalıdır.
Kıymetli hemşehrilerim... İlçemizde kendilerini göstermek için ön plana çıkanların çaplarına bakarak kendimizi küçümsemeyelim. Ecnebiler bile bizim önemimizin farkındalar. Sizler de farkındasınız. Farkında olmayanlara hatırlatmak için aşağıdaki satırları hiç bir şey katmadan aynen yayınlıyorum:
XIX. Yüzyıl sonlarıyla XX. Yüzyıl başlarında Katolik mezhebine bağlı cemaatlerin yoğun faaliyetleri ve Fransa’nın maddî-manevî desteği sonucu Fransız müesseselerinin sayısı hayli artmıştır. Maârif Nâzırlarından Ahmet Zühdü Paşa'nın raporuna göre (*) 1894’te Osmanlı topraklarında 321’i yabancı olmak üzere 427 azınlık ve yabancı okulu mevcuttur. Bu okullardan Adana merkezde 2, Hassa kazasında 2, Ankara'ya bağlı Kayseri livâsında 2, Aydın merkezde 1, İzmir'de 4, Beyrut vilâyeti dâhilinde 6, Sivas'ta 1, Elazığ'da 2, Kudüs'te 24, Gazze'de 7, Konya vilâyetinin Antalya kazasında 2, Cezayir'de 3, Edirne'de 5, Selanik merkezde 2 ve kazası Avrethisarı’nda 1, Bağdat'ta 1, Halep merkezde 2 ve kazaları İskenderun'da 1, Cisr-i Şugur'da 1, Antakya'da 1, Maraş livâsında 1, Urfa livâsında 2, Suriye'de Şam'da 3, Bika kazasında 1 ve İstanbul'da 30 olmak üzere toplam 108'i Fransızlara aittir.
(*) Atillâ Çetin, “ Maârif Nâzırı Ahmed Zühdü Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Yabancı Okullar Hakkında Raporu”, Güney- Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, X-XI, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1983, s. 193-219. Ayrıca bkz. A. Çetin “II. Abdülhamid’e Sunulmuş Beyrut Vilâyetindeki Yabancı Okullara Dair Bir Rapor”, Türk Kültürü, XXII, Sa. 253, 1984, s. 189-219.
OCAK 2006
Bir Hassalı olarak Hassalılığımın gereklerini yapmaya çalıştım. Bunları zaman zaman bu sitede yayınlıyorum. Bunlardan birini daha sizlerle paylaşmak için noktasına virgülüne dokunmadan aşağıda aynen yayınlayarak takdirlerinize sunuyorum:
Sayın Kurul (Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu) Üyeleri...
Ben, yıllardır çeşitli okullarda coğrafya dersleri okutmuş ve halen okutmakta olan bir öğretmenim. Konuların önemine binaen Atatürk ile ilgili bilgileri de ek olarak işliyoruz. Konularda geçen yerlerin Milli mücadeledeki önemini vurguluyoruz. Ege Bölgesi ve İzmir’den konu açıldığında da “İlk Kurşun” olayından bahsetmekteyiz. Bu konunun düzeltilmesi gerektiği kanaatindeyim. Şöyle ki;
Milli Mücadele Nur Dağlarında başlamış ve ilk kurşunu da burada 19 Aralık 1918’de atılmıştır.(Bu durum Genel Kurmay Başkanlığı tarafından onaylanmıştır.) Karakese Köyü’nde Mehmet KARA tarafından atılmıştır. Kitaplar ne yazarsa yazsın, Dörtyollularca, Mehmet KARA Hassalı (Tiyek Köyü’nden) olarak bilinmektedir. Hanımı da Hassalıdır (Tiyek Köyü).
Gazi Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşından sonra Adana’yı ilk ziyaretinde “Bende Kurtuluş Savaşının ilk duygusal girişimi bu memlekette, bu güzel Adana’da doğdu” demiştir. 03 Kasım 1918 tarihli telgrafıyla Milli Mücadele’yi başlatmıştı. Bu gün Hatay’ın ilçesi olan Hassa, o tarihte Adana’ya bağlı idi. 03 Kasım ve 05 Kasım 1918 tarihli telgrafların Hassa’dan çekildiği ihtimali yüksektir. Nur Dağlarının doğusunda Hassa, batısında ise Dörtyol Milli Mücadele içinde çok önemli bir yer tutmuş olmalarına rağmen Coğrafya müfredatında yer verilmemiştir.
Netice ve talebim: Akdeniz Bölgesi’nin Adana Bölümü’nün işleneceği konuya İlk Kurşun Olayı’nın ve Mehmet KARA isminin eklenmesini bir coğrafya öğretmeni, bir Hassalı (Tiyek Köyü’nden) ve bir Türk olarak istiyorum. Gereğinin yapılması için bilgilerinize arz ederim. 15.05.2002.
ADRES : (İMZA)
Ali COŞKUNER
Girne Mahallesi. 89.Sokak. No: 10-4 Hassa Lisesi Coğrafya Öğretmeni
31700 Hassa/HATAY
EK : Kadir ASLAN’ın “Milli Mücadelede Dörtyol” adlı kitabının 22-29 ve 157-165 sayfalarının fotokopileri.
TBMM'nin Aralık ayının son haftasında 15 ile üniversite açma kararı alması, Hassalıların da yüksek okul yarasını depreştirdi.
İlçelerde kurulacak M.Y.O.'lar genellikle iki yıllık yüksek öğretim kurumları olup, mezunlarına bir kariyer sağlamamaktadır. Bu nedenle bunların iş kollarına teknik eleman yetiştirmesi hedeflenilir. Bu teknik elemanların istihdam sorunu olmaması için de mutlaka iyi bir araştırma yapılmalı ki; boşta gezmesinler.
Ancak benim gördüğüm kadarıyla Hassa'daki yetkililerde bu işi başarabilecek bilgi ve beceri yoktu. Yanlış yollardan gidiliyordu. Çalışmalar akıl ve zeka ürünü olmayıp göz boyamadan ibaretti. Bu durumu gördüm ve Hassa Kaymakamlığına bir dilekçe ile baş vurma ihtiyacı hissettim. 4 yıl önceki o dilekçemi noktasına virgülüne dokunmadan aşağıda aynen yayınlayarak takdirlerinize sunuyorum:
KAYMAKAMLIK MAKAMINA
HASSA
Yıllardır Hassa'da yüksek okul açılması için mücadele edilmektedir. Her seferinde de başarısız olunmaktadır. Bunun en önemli nedeni isteme şeklimizin yanlış olmasının yanında elimizdeki bilgileri yerli yerinde kullanamamamız olsa gerektir.
Rektörlüğü Antakya'da bulunan Mustafa Kemal Üniversitesi, gördüğüm kadarıyla birimlerini Antakya'da toplamaya çalışmaktadır. İskenderun'daki fakülteleri bile Antakya'ya taşıdıkları ortada iken Hassa'da yüksek okul açmaları beklenmemeli. Atatürk'ün Hassa'ya geldiğini bile belgeleyemedik ki, oradan bir şansımız olsun. Haddim olmayarak benim görüşüm şudur:
Rektörlüğü Kahramanmaraş'ta bulunan Sütçü İmam Üniversitesi'nden Hassa'ya yüksek okul açılması istenebilir. Buradaki avantajımız Sütçü İmam'ın Hassalı (Tiyek köyü) olmasıdır. Üniversitelerinin adını taşıyan kişinin memleketine bir yüksek okulu çok görmezler herhalde...
Gereği için bilgilerinize arz ederim. 21.01.2002
ADRES : Girne Mahallesi
89. Sokak
No : 10/4 Hassa/HATAY
(İMZA)
Ali COŞKUNER
Hassa Lisesi Coğrafya Öğretmeni
ARALIK 2005
Bu yazımız;
araştırmaya başladığımızda "Hassa'nın tarihi yazılsa ne olur, yazılmasa ne olur" diyerek Hassa ve Hassalıları küçük görenlere;
ithaf olunur.
İLK KURŞUNUN ATILMASI
30 EKİM 1918'de Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla her şeyi Padişah'tan bekleme dönemi biterek Milletin kendi kurtuluşunu kazanması için çalışması dönemi başlamıştır. Bu başkaldırı tarihçiler tarafından "Milli Mücadele" olarak adlandırılmıştır. Bu dönemin ilk kurşununu da bir Hassalı atmıştır. Hemşehrimiz Kara Mehmet çavuşun ilk kurşunu atışının yıl dönümleri Dörtyol'da Dörtyollular tarafından kutlanmaktadır. Önümüzdeki 19 Aralıkta yine kutlanacaktır. Biz Hassalılar olarak bıraktık kutlamayı; olaydan bile habersiziz. Bari bu yılki kutlamalara Hassanın ileri gelenleri bir arabaya atlayıp gitsinler. Gitsinler de bu zarardan dönsünler. Mesela belediye başkanları bu işin öncülüğünü yapabilirler mi?
Emekli öğretmen olan araştırmacı yazar Kadir ASLAN beyle Dörtyol caddelerinde beraberce yürürken (22 Aralık 2000 Cuma günü) yanımıza yaklaşan bir kişi Milli Mücadeledeki ilk kurşunu atan Mehmet KARA’nın ısrarla Hassalı olduğunu vurguladı. İlk kurşun olayının meydana gelişinin Tiyek köyünden başladığını Kadir ASLAN’ın “Milli Mücadelede Dörtyol” adlı kitabının 22 ve 23. sayfalarından okuyabilirsiniz :
"11 Aralık 1918 tarihinde Fransızlar Dörtyol'u işgal edince Ömer Hoca oğlu Mehmet, eski vatanı olan Tiyek köyüne gitmişti. Yanındaki komşuya işgal kuvvetlerinden iki Ermeni erkeği ile bir Ermeni kadını gelmişlerdi. Kadın, Ermenilerin Adana'dan sürüldükleri sırada verdiği bir keçinin yerine bir sürü istiyordu. Hiç söz dinlemeden adamın bütün hayvanlarını sürüp götürdüler. İki gün sonra tekrar gelerek, aynı insandan zorla para almağa uğraştılar. Bunları gören Mehmet dayanamadı. Kardeşi Ahmet'le birlikte Ermenilere temiz bir dayak attılar. Dağa kaçtılar. Az bir zaman sonra birkaç arkadaşı ile birleştiler. Ailelerini Nur Dağlarının kuytu bir yerine bırakmışlardı.
Geceleyin işgal mevkiine doğru yola koyuldular. Hösem Dede mevkiinde silah sesleri duymaya başladılar. Gizlice yanaştılar. Ermeniler, Türk kadınlarını bir eve doldurmuşlardı. Bu arada köylüden birkaç kişi de çeteye iltihak etmişti. Ermeniler az bir direnme sonucu kadınları bırakarak kaçtılar. Tepelerin üzerine kadar takip sürdü. Orada bir duvarı siper ederek geceyi geçirdiler. Ertesi gün, Fransız subayların idaresinde bir Ermeni taburunun 50 metre kadar yaklaşmasını beklediler. Kara Mehmet çavuşun ateşiyle çatışma başladı. 19 Aralık 1918 tarihindeki, üç saatlik çarpışmalar sonunda 15 işgalci öldürülmüş ve 80 mavzer ele geçirilmiştir.”
Hassalı (Tiyek Köyü'nden) olduğu bilinen Kara Mehmet çavuşun attığı bu kurşunlar Milli Mücadele’nin ilk kurşunlarıdır. Biz sahiplenmesek de Dörtyollularca Kara Mehmet çavuş Hassalı olarak bilinmektedir.
KASIM 2005
15 KASIM MI, 01 OCAK MI, 05 OCAK MI? Yoksa...
Hassa, Fransız işgalinden hangi tarihte kurtuldu? Sorusunun cevabını araştırdım. Çeşitli kaynak olabilecek basılı eserler okudum ve yaşayan büyüklerimizi dinledim.
Araştırmalarımda 15 Kasımla ilgili hiçbir belge ve bilgiye rastlamadım. Bugüne kadar rastlayan da yok. Hassa’nın kurtuluş gününü kutlamaya ilk başlayan komisyon üyelerinden biri olan emekli ilköğretim müdürü sayın Mustafa KARA ile görüşüp: 15 Kasıma nasıl karar verdiniz? Nereden bilgi edindiniz ? Sorularını yönelttiğimde dedi “ O zamanki tahrirat katibi Mustafa SEYREK, kurtuluş günü kutlayalım” dedi. Elimizde hiçbir belge ve bilgi yoktu. 15 Kasım tarihini öylece kafadan attık. Yani 15 Kasım tarihi Hassa'nın kurtuluşu için hiç bir şey ifade etmiyor.
Diğer tarihler için çeşitli kaynakları karşılaştırdım. Bunlar:
1-Genelkurmay Başkanlığı yayınlarından “Şehir ve Kasabaların Harp Bölgeleri, Bombardıman İşgal ve Kurtuluş Tarihleri 1911-1922, 1977”. Bu eserde kurtuluş günü açık ve net olarak 01 Ocak 1922 olarak belirtilmiştir.
2-“Adana Havalisi Kumandanı (Muhiddin)’nın Genelkurmay Başkanlığına çektiği 19.12.1921 tarihli yazı” . Buna göre : "Fransız Tahliye Komisyon Reisi Albay Patla’dan 16.12.1921 tarihli gelen tezkerede Ankara İtilafnâmesi’nin sınıra ait sekizinci maddesini zikrettikten sonra itilafnâme mucibince sınır belirleme komisyonlarının 04.01.1922’ye kadar mesaisini ikmâl etmesi icap ettiğini.." belirtmektedir. Ancak 19.12.1921 tarihli bir belgeye dayanarak Kurtuluş Gününün 05.01.1922 olduğunu söylemek akılcı değildir.
3-“Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü. Öğretmen Yay. Ankara. 1996.” Bu eserin çeşitli sayfalarında kurtuluş günü olarak 01.01.1922 tarihi zikredilmektedir.
4-“Nuri Aydın KONURALP, Hatay Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi. İskenderun. 1996.” Nuri Aydın bey, içinde bulunduğu savaşı, mücadelelerini, gördüklerini ve duyduklarını tarih bilgilerine göre kaleme almıştır. Yaşadıklarını günü gününe yazmadığı için olayların tarihlendirilmesi sağlıklı yapılamamaktadır. Olayları takip ettiğimizde şöyle bir sıralama yapabiliriz: Maraş’a giden Nuri bey ve müfrezesi, orada bir süre kaldıktan sonra tekrar Hassa’ya geldiler. Sınır Tahdit Komisyonu işini bitirene kadar Köroğlunun Geri’nde kaldılar. Sonra yıl sonuna doğru tekrar Maraş’a gelerek kışı orada geçirdiler.Yaz gelince Nuri bey ve kardeşi tekrar Hassa’ya geldiler (1922).
02.01.1922 tarihinde Kuvayı Milliye çete kumandanlığı vazifesine son verildi ve serbest kaldı. (sayfa 201).
Hudut Tahdit Komisyonunun işi 02 Ocaktan önce bitmiş olması mantıklıdır. Çünkü daha sonra Maraş’a gidecek, oradaki 2.Kolordu kumandanlığına varacak ve kuvayı Milliyedeki görevine son verilecektir. Yani bu eserdeki bilgiler de kurtuluş gününün 01.01.1922 olduğunu desteklemektedir.
Bu bilgilere göre kurtuluş günü 01.01.1922’dir.
EKİM 2005
Ekim ayı kaymakam değişikliklerine sahne oldu. Hassa'nın şimdiki kaymakamı sayın Hüseyin KONAK Karaman ili Başyayla ilçe kaymakamlığına atandı. Geçen yıl ilçemizden Sivas ili Şarkışla ilçe kaymakamlığına atanan sayın Birhan USLU ise kaymakamlık görevinden alınarak İçişleri bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığında Şube Müdürü olarak görevlendirildi.
Bilindiği gibi sayın Birhan USLU'nun Hassa kaymakamlığı sırasında editörümüz Ali COŞKUNER ile sorunları vardı. Hassa ile ilgili yapılan bir araştırmada görev alan editörümüz, araştırmasının değiştirilerek Hassa ve Hassalılara zarar verecek bir hale getirilmesi, nezaket dışı bir üslupla ve bilimsel mantıkla izah edilemeyecek şekilde basılmasından dolayı bu kitaba isminin yazılmamasını istemiş; sayın kaymakamın bu isteğe kızması üzerine araları bozulmuştu. Bu meselede Hassa'da bazı siyasetci geçinenlerin tavırları ise bir Hassalı olarak üzücüydü. Yalakalıktan kaynaklanan bir tavırla kaymakamın tarafında yer almışlardı. Ancak sayın Birhan USLU'ya yalakalık yapan sadece bunlar değil. Bunlar da sadece sayın Birhan USLU'ya yalakalık yapmakla sınırlı kalacak değil. Bu yalakalıklar da Hassa ve Hassalılığa yakışmayan ve utandırıcı davranışlardandır.
Sayın Birhan USLU hakkında basında çıkan bir yazıyı aşağıda aynen yayınlıyorum. Umarım tüm Hassalılar için ibret olur ve her türlü yalakalıktan uzak durarak Hassamız ve Hassalıların faydasına onurlu bir tavır sergilerler.
Yaptılar çürüttüler
Salıpazarı ilçesinde yapılan 'sözde spor kompleksi!'nin içi kesilmemiş ağaçlar ve kütüklerle dolu.
Evlere şenlik!
SAMSUN'un Salıpazarı ilçesinde bir dönem kaymakamlık yapan Birhan Uslu'nun adı verilen Spor Kompleksi yıllardan beri boş bekletiliyor. Sözde spor kompleksinin içi, kesilmemiş ağaçlar ve kütüklerle dolu. Dört tarafı tel örgülerle çevrili komplekse ayrıca küçük bir de trübün yapılmış. Tesiste bugüne kadar hiç bir müsabaka da düzenlenmedi!
Kaymakama özel!
SALIPAZARI Köylere Hizmet Götürme Birliği, 1997-98 yılları arasında ilçede kaymakamlık görevinde bulunan Birhan Uslu için bir spor kompleksi yapmaya karar verdi. İl Genel Meclisi'nden de onay alan tesis için birliğe bir miktar ödenek aktarıldı ve kaymakam ilçeden ayrılmadan kısa bir süre içinde tamamlanan komplekse Birhan Uslu'nun adı verildi.
Vatandaş isyanda
İÇERİSİNDE, hiç bir ölçüye uymayan bir tek futbol sahasının yer aldığı kompleks, ilçe halkının da büyük bölümün tepkisine yol açtı. Tesisin açılmasına öncülük edenleri kaymakama yağ çekmekle suçlayan Salıpazarlılar, 'Burası geniş ve tüm ilçe halkının kullanabildiği bir pazar yeriydi. Kaymakam beyin, işlerinde bazı kolaylıklar gösterdiği bir kaç insan istedi diye pazar yerimizi de heba ettiler Buranın bir an önce sökülmesini istiyoruz. Bu konuda valimize güveniyoruz' dediler. Naci ONUS
EYLÜL 2005
Dün 30 Ağustos Zafer bayramı kutlandı. Kimileri kendine göre bir şeyler konuştu, yazdı, çizdi. Biz de bir Hassalı olarak bir-iki cümle yazalım dedik.
Güney cephesinde destan üstüne destan yazıp, bir çok eziyetlere göğüs gererek işgalcilerle mücadele edildi. Burada tutunamayacağını ve Dünya'da da prestij kaybedeceğini anlayan Fransızlar anlaşma istedi. Batı cephesinde ise işler iyi gitmiyordu. Bir tek kurşun atmadan düşmana teslim olan yerler vardı. Bundan dolayı Fransa ile yeterince mücadele yapılmadan 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması imzalandı. Hatay feda edilerek yapılan bu antlaşma ile buralardaki çarpışmaları bitirip Batı cephesine asker gönderdik. Böylece Kocatepe aşılıp 30 Ağustos 1922'de zafer kazanıldı.
Zafer kazanıldı ama Hataylılar 18 yıl düşman elinde yaşamaya çalıştılar. Hatay'da en fazla da Vatan için savaşanlar mağdur edildiler. Hataylılar ağır vergiler altında 18 yıl çile çektiler.
Hatay ve Hataylıların bu mağduriyeti hiç bir zaman takdir edilmedi. Umarım tarih bu insanları unutmaz. Günümüzde, hiç işgal görmediği, düşmanla hiç savaşmadığı halde kendilerini Milli Mücadele kahramanı ilan eden kişiler pek çoktur. Bizim ise böyle sahte övünmelere ihtiyacımız yoktur. Hassamızın da bazı köyleri bu 18 yıllık özlemi yaşadılar.
HAZİRAN 2005
Hassalıları ilgilendiren Milli eğitimle ilgili önemli konular:
1- Pansiyonlu İlköğretim Okulu: Pansiyonlu okullar ilçedeki ve pansiyonlu okulu olmayan çevre ilçelerdeki maddi durumları zayıf veya okula gitmekte zorlanan öğrencilerin yatılı olarak okudukları okullardır.
Bu okullarda okuyan öğrencilerin yeme-içme, giyinme, barınma ve harçlıkları Devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu okulları bitirenler kaliteli liselerde yatılı olarak okumaya devam etmektedirler.
Böyle bir okul Hassamız için son derece önemlidir.
2- Anadolu Lisesi: 2005-2006 Eğitim-Öğretim yılından itibaren Anadolu liseleri ile süper (yabancı dil ağırlıklı) liseler birleştirilecektir. Bu birleştirmeyi Hassamız için kârla kapatmalıyız. Bu fırsatla Hassamız bir Anadolu lisesi kazanabilir. Böylece Hassamızın başarılı öğrencileri gurbete çıkmaktan kurtulur.
Unutmayalım ki; mezunlarının boşta gezeceği sıradan bir meslek yüksek okulu açılmasından sa, iyi bir lise açılması Hassa için daha faydalı olacaktır.
Yetkilileri göreve davet eder saygılar sunarız...
MAYIS 2005
19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı kutlandı. Buraya kadar gelinirken Hassamızın ve de Hassalıların neler yaptıklarına bir bakalım dedim.
İşgali yaşayan hemşehrilerim bunu kabul etmemişler. Vatanlarını kurtarmak, kurtaramazlarsa da en azından işgalcileri huzursuz etmek için mücadele ettiler. Açlık, yokluk, sefalet ve soğuklar onları perişan etse de aldırmamışlar; izzet-i nefislerinden taviz vermemişlerdir.
Hemşehrimiz Kara Mehmet çavuş ve arkadaşları Dörtyol Karakese'de düşmana Milli Mücadelenin ilk kurşununu 19 Aralık 1918'de sıkarken şerefli bir mücadelenin de başlama atışını yapmıştır. Nur Dağlarındaki bu mücadele Mustafa Kemal Paşa'ya da Milli Mücadelenin "duygusal" yönünü aşılamış, beyninde bir kıvılcım çakmış; İstanbul'a gittikten sonra Kurtuluş mücadelesinin başarılı olacağına inancını perçinlemiştir.
Padişahın desteğini alan M. Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 günü ekibiyle İstanbul'dan ayrılarak 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıkmıştır. Bu çıkış; Hassalıların başlattığı Kurtuluş Savaşının Padişah desteğiyle Milletçe yürütüleceğinin başlangıcı demektir.
Kim bilir.. belki de 19 Aralık olmasaydı 19 Mayıs da olmayacaktı.
NİSAN 2005
HASSA
Yiğidlerin hası buradan çıkar. En güzel isimli yerleşim merkezi.. Önüne "kahraman", "gazi", "yiğit", "şanlı", "canlı" gibi ön ekler almasına ihtiyacı yoktur. Bu tür ekler ismimize pek bir şey katmaz. "Hassa" kelimesi tek başına çok daha anlamlı.
Hatay'da, iklim, bitki ve diğer tabii özellikleri bakımından en iyi ilçedir. Kıyı ilçelerdeki insanı bunaltan aşırı nemlilik Hassa'da yoktur. Altınözü, Reyhanlı ve Kırıkhan'ı etkileyen Amik Ovasının boğucu sıcakları Hassa'da hafiflemiştir.
Deprem yönünden Hatay'ın en tehlikesiz ilçesidir. Deprem kayıtları incelendiğinde can ve mal kaybının diğer ilçelere göre önemsiz olduğu görülecektir.
Hassa, Milli Mücadelenin Hataydaki merkezidir. Hatay'ın en etkin, en saygın ve en kahraman ilçesidir. Mücahitlerimiz Dörtyol, Reyhanlı, Kırıkhan, Islahiye ve Antakyalı mücahit gruplarıyla ortak hareket etmişler ve kendilerine ihtiyaç duyulan her yere koşarak yardım yapmışlardır. Hemşehrilerimizden Kara Mehmet Çavuş Dörtyol'da düşmana Milli Mücadelenin ilk kurşununu atarken bir diğeri olan Sütçü İmam da Maraş'ta ortaya çıkarak Kurtuluş mücadelesini başlatmıştır. İşgalin o soğuk günlerinde aç ve susuz, yalın ayak karlar üstünde yürüyerek düşmana direnmiş; bütün perişanlığına rağmen izzeti nefsini çiğnetmemiştir. Günümüzde, Devletini dünün işgalcilerine basit çıkarlar uğruna şikayet eden zavallıların varlığı düşünüldüğünde Hassalıların ne denli hamiyetli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Hassa'da yetiştirilen tarım ürünlerinin hepsi meşhurdur. Zeytin ve zeytin yağı Türkiyedekilerin en iyisidir. Üzümlerimiz tat, aroma ve görünüş özellikleriyle bir harikadır.
Editör A.C.
Hassa 1900 yılında Antakya, İskenderun ve Belen ile Halep vilayeti merkez sancağına bağlı birer kaza durumundadır. Hassa, Osmaniye, Payas, İslahiye, Bahçe ve Yarpuz Adana vilayeti Cebel-i Bereket sancağına bağlı kazalardır. Ordu (Yayladağı) ve Reyhanlı Halep’e bağlı Cisrişşuğur ve harim kazalarının nahiyeleridir. Hassa'nın 2 mahallesi, 3 nahiyesi, 31 köyü bulunmaktadır. Kaymakamlık, kaza idare meclisi, bidayet mahkemesi, mal kalemi, nüfus idaresi, tapu idaresi, posta idaresi, belediye dairesi, zabıta dairesi ve orman idaresi bulunmaktadır. Kaza merkezinde, Küreci, Gülpınar ve Tiyek köylerinde birer mekteb-i iptidai(ilkokul) yapılmıştı.